SUSKUNLAR
ta-be: “-e kadar” mânâsına gelir ve kelimelerin başlarına eklenir.
tab’an: huy ve tabiat itibariyle
tâb (gönültâb): "Parıldayan, parlayan, parlatan, aydınlatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Âlem-tab $: Dünyayı aydınlatan, âlemi ışıklandıran.
kudüm: (müz.) (esk.) mehter takımlarında ve tekkelerde kullanılmış olan, metal kâseli, küçük iki davuldan oluşmuş usul vurma aracı
ufûlevi: gurub, batış, gözden kayboluş, görünmez olmak, ölmek
vüsafâ: hizmetçiler, uşaklar
ehil: 1-Bir işte yetkili olan, bir işi yapan, erbap 2-Sahip 4-(esk.) Topluluk, cemaat.
vukuf: anlama, bilme, bilgi
füsün: sihir, büyü, afsun, efsun
füsünkar: büyü gücü olan, sihirli, afsunlu, efsunlu, füsunlu, füsunkâr, efsunkâr, sihirkâr
vâsî: geniş, engin
füseyfisâ: küçük boncuk taneleriyle veya taş ve cam parçalarıyla süslenmiş satıh
vüsûb: sıçrama, atlama
vüsemâ: damgalar, damgalanmış olan
üfkûhe: şaşılacak şey
füsûs ki: (osm.) ne yazık ki, eyvah ki, maalesef ki
menhus: uğursuz, kötü, meşum
ufûnet: iltihab
üfûl: gurub, batış, gözden kayboluş, görünmez olmak
füyûz: 1-Feyizler, inâyetler, keremler 2-Suyun çoğalıp taşması. 3-İnsanın içindeki gizli şeyleri saklamayıp izhar etmesi. 4-Bir haberin fâş ve şayi' olması
vüs: 1-Genişlik, bolluk 2-Fırsat 3-Boş meydan 4-Kuvvet, güç, tâkat 5-Varlık, zenginlik.
vüs’at: genişlik, uzam, kapsam
yusuf: 1-İnleyen, ah eden 2-İnilti
kalbî: içten, yürekten, kalbe ait ve müteâllik, samimiyetle, riyâsızca
hasıl: olan, ortaya çıkan
fusûl: fasıllar, mevsimler, bölükler, kısımlar
erbaa: dört
fusûl-ü erbaa: dört mevsim
teessüf: acıma, yazıklanma
Şems: güneş
üfûl etmek: (yıldız için) ufukta batma, ölme, kayboluş
vüfûd: elçiler, temsilciler
tab’an: huy ve tabiat itibariyle
tâb (gönültâb): "Parıldayan, parlayan, parlatan, aydınlatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Âlem-tab $: Dünyayı aydınlatan, âlemi ışıklandıran.
kudüm: (müz.) (esk.) mehter takımlarında ve tekkelerde kullanılmış olan, metal kâseli, küçük iki davuldan oluşmuş usul vurma aracı
ufûlevi: gurub, batış, gözden kayboluş, görünmez olmak, ölmek
vüsafâ: hizmetçiler, uşaklar
ehil: 1-Bir işte yetkili olan, bir işi yapan, erbap 2-Sahip 4-(esk.) Topluluk, cemaat.
vukuf: anlama, bilme, bilgi
füsün: sihir, büyü, afsun, efsun
füsünkar: büyü gücü olan, sihirli, afsunlu, efsunlu, füsunlu, füsunkâr, efsunkâr, sihirkâr
vâsî: geniş, engin
füseyfisâ: küçük boncuk taneleriyle veya taş ve cam parçalarıyla süslenmiş satıh
vüsûb: sıçrama, atlama
vüsemâ: damgalar, damgalanmış olan
üfkûhe: şaşılacak şey
füsûs ki: (osm.) ne yazık ki, eyvah ki, maalesef ki
menhus: uğursuz, kötü, meşum
ufûnet: iltihab
üfûl: gurub, batış, gözden kayboluş, görünmez olmak
füyûz: 1-Feyizler, inâyetler, keremler 2-Suyun çoğalıp taşması. 3-İnsanın içindeki gizli şeyleri saklamayıp izhar etmesi. 4-Bir haberin fâş ve şayi' olması
vüs: 1-Genişlik, bolluk 2-Fırsat 3-Boş meydan 4-Kuvvet, güç, tâkat 5-Varlık, zenginlik.
vüs’at: genişlik, uzam, kapsam
yusuf: 1-İnleyen, ah eden 2-İnilti
kalbî: içten, yürekten, kalbe ait ve müteâllik, samimiyetle, riyâsızca
hasıl: olan, ortaya çıkan
fusûl: fasıllar, mevsimler, bölükler, kısımlar
erbaa: dört
fusûl-ü erbaa: dört mevsim
teessüf: acıma, yazıklanma
Şems: güneş
üfûl etmek: (yıldız için) ufukta batma, ölme, kayboluş
vüfûd: elçiler, temsilciler
“Galîz Kahraman”a Zeyl
Ey Kâri!
Sen de benim gibi Galîz Kahraman ismiyle müsemma kitabı kıraat edip içinde gördüğün ve ne mânaya geldiğini bilmediğin kelemâtın peşine düşme isteği duymuşsan, işbu risale senin içindir.
Şekil.1
Şekil.1
Aşağıda işte bunun gibi hayreti mûcib daha nice malûmat okuyacaksın. Fakat eğer maksadın hakîkati, sadece hakîkati bulup keşfetmekse bunu başka yerlerde aramanı tavsiye ederim. Zira aşağıda yazılanların hakîkatı aksettirdiğine dair bir delil yoktur. Varsa da biz bundan bîhaberiz.
Filhakika şunu da hatırlatmakta fayda mülahaza ediyoruz: “Malûmat öyle bir ziyâdır ki ona bigâne kalanları tenevvür eder,” denmiştir, yani gûyâ “Bilgi uzağındakileri aydınlatır” imiş. Yoksa yakındakileri miydi? Her ne hâl ise, bizim yazdıklarımızla ne eşhası, ne de cem’iyyeti tenevvür etmek gibi bir niyetimiz, böyle bir kastımız yok. Bilâkis isteriz ki okuyanlar tatmin olmasın, zihinleri iyice çorbaya dönsün de işin esası neymiş diye merak etsinler, daha kavî bir aşkla, daha azîm bir şevkle bir şeyleri aramaya devam etsinler. Zaten “hayat, hayat” diye yere göğe koyamadığımız sürre-yi mahdutta yaptıklarımız bundan ibaret değil mi?
Dibâcemiz burada hitam buluyor. Şimdi buyrun izâhâta.
Naçiz Bendeniz
——————————————————-
(1) Galîz (kapakta): Kaba, kalın, sindirimi zor. Gündelik konuşmada daha çok “kaba küfür” demek olan “galiz küfür” şeklinde kullanılıyor. Fakat bu sözcük zamanında tıbbi bir terimin içinde de yer almış: “miâ-i galiz”, “kalınbağırsak” anlamına geliyor, çoğulu “em’â-i galiza”.
Şekil.2- “Robot olmadığını kanıtla”
(2) “.rOBOt oLmadiğnı KanıdLA” (metinden önce): İnternet kullanıcıları “Robot olmadığını kanıtla” cümlesini yakından tanır. Bazı internet sayfalarına girebilmek için bilgisayar yazılımlarının (yani robot programların) tanıyamayacağı, fakat insanların okuyabileceği şekilde garip biçimlerde yazılmış harf ya da rakamları bir kutucuğa kopyalamanız istenir. Böylece şu ya da bu nedenle o sayfaya toplu giriş yapmak isteyenlerin bilgisayar programı kullanmaları önlenmiş olur (Şekil.2).
Şekil.3- Bir N.V.G. sistemi
Şekil.3- Bir N.V.G. sistemi
(3) N. V. Google (metinden önce): Bilgisayarda en yaygın arama motorunun adı olan “Google” sözcüğü, bir iddiaya göre, İngilizce’de “gözlerini kocaman açarak bir şeye dikkatlice bakmak” anlamına gelen “goggle” fiilinden türetilmiş. “N. V. G.” dediğinizde ise geceleri etrafı görebilmek için kullanılan ve dürbüne benzeyen özel gözlükleri kast eden “night vision goggle” terimini kısaltmış oluyorsunuz (Şekil.3). “N. V. Google” ifadesi olasılıkla bu cihaza bir gönderme içeriyor.
(4) York şehrinin yenisi (s. 9): “New York”. İngilizce’de “new” sözcüğü yeni anlamına gelir.
(5) Gebergâh (s. 10): Yazarın türettiği bu sözcük herhalde “Geberilen, ölünen yer” demek.
(6) La Skala (s. 10): “La Scala”, Milano’daki ünlü opera binası.
(7) jantiyom (s. 10): “Gentillhomme”, Fransızca’da centilmen.
(8) zadegân (s. 10): Eski dilde, aristokrat. Kökü Farsça “oğullar” anlamına gelen “zadagan”dır.
(9) müskirât (s. 10): Alkollü içecekler.
(10) Suvaç Kralı (s. 10): “İsveç Kralı”.
(11) yigirmi (s. 10): yirmi. Sözcük Orhun Yazıtları’ndan on sekizinci yüzyıl Anadolu Türkçesi’ne kadar “yigirmi/yiğirmi” şeklinde kullanılmıştır.
(12) postnîşin (s. 10): Farsça’da sözcük anlamı “hayvan postu üzerinde oturan” olup mecazi olarak “Mevlevilikte bir makam” demektir.
Şekil.4- Vitruvius Adamı
(13) Leonardo (s. 11): “Leonardo da Vinci”
(14) mükemmel insan bedeni (s. 11): Leonardo da Vinci’nin 1490 dolayında yaptığı insan bedeni resmi. Da Vinci tabloya ünlü mimar Vitruvius’un notlarını da eklediği için bu resim “Vitruvius Adamı” olarak bilinir (Şekil.4).
(15) cürm (s. 11): suç. (“Hacım, büyüklük” anlamına gelen “cirm” ile karıştırılmamalı.)
(16) kutup mertebesi (s. 11): Tasavvufta “nefsin yedi mertebesi”nden en üstün olanı.
(17) Filistin (s. 14): Yazarın tabloda “Kabiliyet mertebeleri”nin en alt düzeyi olarak gösterdiği ve sözcük anlamı “Filistinli” olan bu terim 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında Avrupa’da “gündelik çıkarlarına göre hareket eden, maddiyatçı, kültürsüz, cahil kişi” anlamında, bir aşağılama sözü olarak kullanılıyordu. Tevrat’ta Filistinliler İsraillilerin komşusu ve düşmanı olarak anlatıldığı için bir dönem bu sözcüğe olumsuz anlam yüklenmiştir.
(18 Yarma İskender (s. 14): Kitapta Büyük İskender’i çağrıştıran karakter.
(19) Luvr (s. 15): “Louvre”, Fransa – Paris’teki ünlü müze.
(20) Ermitaj (s. 15): Rusya – Saint Petersburg’daki ünlü müze. (Rusça adı: Государственный Эрмитаж)
(21) teofobi (s. 17): Tanrıları sevmeme ve onlardan korkma.
(22) Lât, Uzza, Menat (s. 17): İslamiyet öncesi Arap mitolojisinden üç tanrıça. O dönem Kâbe’de tasvirleri verdı ve “Tanrının kızları” olarak anılırlardı. Lât, Uzza ve Menat’ın Yunan mitolojisindeki karşılıkları sırasıyla Athena, Afrodit ve Nemezis’tir.
(23) mitra, gaco (s. 18): Her iki sözcük de argoda “kadın” anlamına geliyor.
(24) hendese (s. 19): Eski dilde, “geometri” anlamına gelir, “mühendis” sözcüğü ile de akrabadır.
(25) altın oran (s. 19): Eski Mısır ve Eski Yunan kültürlerinde “En – boy oranı ne olursa bir sanat yapıtı göze daha güzel görünür?” sorusuna cevap olarak bulunmuş oran. Değeri yaklaşık 1,618’dir.
(26) “Kendini bil!” (s. 20): Eski Yunan kültüründe önemli bir yer tutan bu sözün Yunanca özgün biçimi şöyledir: “γνῶθι σεαυτόν”, yani “gnōthi seauton”. Pausanias’ın yazdığında göre bu özdeyiş Delfi’deki Apollon Tapınağı’nın girişinde yazılıydı. Latince eşdeğeri nosce te ipsum ya da temet nosce olarak kabul edilir.
(27) Abanoz sokak (s. 20): İstanbul’un Galata semtinde bir zamanlar genelevleri ile ün kazanmış sokak.
(28) Diwana (s. 22): Diyarbakır’ın Ergani ilçesine bağlı bir köy. Resmi adı Morkoyun’dur.
(29) Zengetil (s. 22): Diyarbakır’ın Ergani ilçesine bağlı bir köy. Resmi adı Bereketli’dir.
(30) Ümmü Gülsüm (s. 26): 1930’lu yıllarda ün kazanmış, kırklı ve ellili yıllarda ününü sürdürmüş Mısırlı kadın şarkıcı. Türkiye’de de çok sevilmiş ve gerek radyodan, gerekse plaklardan yaygın olarak dinlenmiştir. Sevim Burak, Ümmü Gülsüm adlı çok kısa öyküsünde onun müziğini adeta yazıya geçirmiştir.
(31) Karl’ın ‘Sermaye’ başlıklı eseri (s. 28): Belli ki Karl Marx’ın Kapital adlı yapıtından söz ediliyor.
(32) İştirakiyyun mezhebi (s. 29): Eski dilde, Komünizm ve sosyalizm öğretilerine bir arada verilen ad. Sözcük anlamı “katılımcılık”tır.
Şekil.5- Güliverin Yolculukları, ilk basim (1726)
(34) Canatan Sivif (s. 30): “Jonathan Swift”
(35) Lagando Akademisi (s. 30): Swift’in Güliver’in Yolculukları adlı fantastik romanında (Şekil.5) Lagando ülkesinin Projeciler Akademisi’ni gezen Güliver orada “Motor” diye adlandırılan bir makine görür. Galîz Kahraman’da anlatıldığı gibi öğrenciler, dilin bütün sözcüklerini içeren bu makineyi kullanarak rasgele sözcük dizileri oluştururlar. Swift’in bu satırları, “edebiyatta bilgisayar benzeri bir aracın ilk kez anlatılışı” sayılır. Bu konudaki bir makale için burayı tıklayınız.
(36) Karanlık Melek (s. 30): Şeytan’ın sıfatlarından biri.
(37) priapism (s. 31): Ereksiyondaki penisin sönük hale geçememesi şeklinde ortaya çıkan tıbbi bir belirti. Adını Eski Yunan mitolojisindeki bereket tanrısı Priapus’tan alır.
(38) Cemiz Vat (s. 33): “James Watt”.
(39) Rişar Fağner (s. 34): “Richard Wagner”, Alman besteci. Romanda sözü edilen yapıt, yani Der Ring des Nibelungen (Nibelungen Yüzüğü) bestecinin ardarda gösterilmesini istediği dört operadan oluşur.
(40) Kamu İlmi Teşebbüsü (s. 35): Üniversitelere KİT, yani “Kamu İktisadi Teşebbüsü” terimine benzeyen bu adı uygun görmesi, yazarın bilim kurumlarının ticarileşmesine yönelik bir eleştirisi olarak düşünülebilir.
(41) Baston şehri (s. 36): “Boston şehri”
(42) “Orta Doğu için iyi” (s. 36): Belli ki yazar burada “Bon pour l’Orient” terimine gönderme yapıyor. Fransızca’da “Doğu için iyidir” anlamına gelen bu ifade, “Doğu”dan, daha doğrusu “Orta Doğu”dan gelen öğrencilere verilen diplomalara yazılır ve o diplomanın Avrupa’da geçerli olmadığını ifade ederdi. Büyük devletlerin bu “bölgeye özel diploma verme” yöntemiyle kendi çıkarlarına uygun “sömürge tipi aydın” yetiştirdikleri söylenir.
(43) Sağır kef (s. 38): Eski yazıda genizden gelen “n” sesi veren bir harf.
(44) Brodvey (s. 44): “Broadway”. New York’ta, Manhattan bölgesinde tiyatro ve konser salonlarıyla ünlü büyük cadde. Sözcük anlamı “Geniş Yol”dur.
(45) Hinnom (s. 47): Kudüs yakınlarındaki bir vadinin adı. Efsaneye göre Kudüslüler eski devirlerde Moloh/Molok adlı tanrılarına kurban ettikleri çocuklarını buraya atarlardı. İbranice’de “hinnom” sözcüğü “gözyaşı, ağıt” anlamına gelir, “ge” ise “vadi” demektir. “Cehennem” sözcüğü de Türkçe’ye “Ge-hinnom” şeklindeki kullanımdan, Arapça aracılığı ile gelmiştir.
Şekil.6- H Bosch – Haçını Taşıyan İsa
(46) Kuasimodo (s. 48): “Quasimodo”. Victor Hugo’nun romanı “Notre Dame de Paris”in (Türkçe’de: Notre Dame’ın Kamburu) önde gelen karakterlerinden biri. Notre Dame Kilisesi’nin zangoçudur. Kambur, çirkin ve sağırdır, fakat davranışları insancadır. Çingene kızı Esmeralda’ya âşıktır.
(47) Hiyeronimuş Boş (s. 52): “Hieronymus Bosch”, Hollandalı ressam. Romanda adı geçmesine karşın “Karakterler” adlı bir yapıtını bulamadım. Ancak romandaki artist kataloğunu, Bosch’un tablolarındaki tiplerin yüz resimlerinin yanyana dizildiği sayfalar halinde düşlemek mümkün. Bu tipleri anımsamak için ressamın “Haç Taşıyan İsa” adlı tablosu iyi bir kaynak olabilir (Tablonun Gent versiyonu, Şekil.6).
Şekil.7- Aziz Anton oyununun afişi
(48) Aziz Anton (s. 55): Her ne kadar Hristiyanlıkta Anton, Antoine ya da Anthony adının taşıyan çeşitli azizler varsa da bunlardan biri ile metin arasında bir bağ kuramadım. Buna karşılık Mayıs 2013’te İzmir’de “Aziz Anton” adlı bir tiyatro oyununun Engelsiz İzmir Tiyatro Topluluğu tarafından sahneye konduğunu, bu oyunun Aziz Nesin ve Anton Çehov’un öykülerinden derlenmiş olduğunu not edelim (Şekil.7). Galîz Kahraman’ın metninin sonundaki bitiş tarihi ise 10 Aralık 2013.
(49) “(…) hem Remiz’i ve hem de Remziye’yi, dişi bir sokak köpeği emzirmişti.” (s. 56): Burada Roma kentinin kurucusu Romulus ve Remus kardeşlerin bir dişi kurt tarafından emzirildiği efsanesine gönderme yapıldığı anlaşılıyor.
(50) Nefton (s. 67): “Newton”
(51) Mak Plank (s. 67): “Max Planck”
(52) Ayışıtan (s. 67): “Einstein”
(53) modus tollens (s. 67): Mantıkta şöyle bir çıkarsama yöntemi: “A, B’yi gerektiriyor. B yok, o halde A da yoktur.” Örneğin, “Bahçeye biri girince köpeğim havlıyor. Şu anda köpeğim havlamadığına göre bahçeye giren kimse de yok.”
(54) modus pollens (s. 67): Mantıkta şöyle bir çıkarsama yöntemi: “A, B’yi gerektiriyor. A var, o halde B de vardır.” Örneğin, “Bir evde fare varsa o eve kedi gerekir. Bu evde fareler var, o halde bu eve kedi gerekiyor.”
(55) de Morgan kaideleri (s. 67): Sembolik mantıkta, aralarında ve/veya bulunan iki önermeden meydana gelmiş bir ifadenin olumsuz halini anlatan iki kural. Cümle karışık oldu, fakat örnekle açıklanması mümkün.
Birinci kural için örnek verelim. Diyelim ki şöyle dediniz: “Evde oturacağım” ve “kitap okuyacağım”.
Bu ikili ifadenin olumsuzu (yani tersi) şöyle olur: “Evde oturmayacağım” veya “kitap okumayacağım”.
Demek ki arada “ve” varsa, iki önermeden birinin tersi, ikili ifadenin tümünü olumsuz yapıyor.
İkinci kurala da bir örnek verelim. İkili ifademiz şöyle olsun: “Sinemaya gideceğim” veya “tiyatroya gideceğim”.
Bu ifadenin olumsuzu (yani tersi) şöyle olur: “Sinemaya gitmeyeceğim” ve “tiyatroya gitmeyeceğim”.
Burada toplam ifadenin olumsuz hale gelmesi için önermelerin ikisinin birden olumsuz olması gerekiyor.
(56) totoloji (s. 67): Aynı şeyi tekrarladığı için yeni bir bilgi vermeyen önerme. Örneğin, “Her insan bir insandır.” ifadesi bir totolojidir. Sözlü sınavda yanıtını bilmediği bir soruyla karşılaşmış öğrencilerden totoloji örnekleri duyabiliriz. Soru: “Kuşbilimi nedir?” Yanıt: “Eeeee… Kuşbilimi, kuşlarla uğraşan bilimdir. Bu bilim her çeşit kuşu bütün yönüyle inceler, araştırır. Eeeee…” gibi.
(57) upir (s. 69): Slav mitolojisinde vampir.
(58) Tente (s. 71): “Dante Alighieri”
(59) Rable (s. 71): “François Rabelais”
Şekil.8- Hermann Hesse, Bozkır Kurdu, ilk basımın kapağı (1927)
(60) hakkında ‘sonradan görme karga’ denilen Şekspir (s. 71): Bu ifade ile Robert Greene’in 1592’de yazdığı bir kitapçık ile Shakespeare’e “upstart crow” demesi kast ediliyor. İngilizce’de “Crow”, “karga” demek. “Upstart” sözcüğü ise Türkçe’ye “sonradan görme”, “türedi” ya da “zıpçıktı” diye çevrilebilir.
(61) romancı, bozkır kurdu kadar hürdü. (s. 72): Bu söz Hermann Hesse’nin ünlü romanı Bozkır Kurdu’nu anımsatıyor (Şekil.8).
(62) Han Duvarları (s. 76): Faruk Nafiz Çamlıbel’in uzun destan-şiiri.
(60) hakkında ‘sonradan görme karga’ denilen Şekspir (s. 71): Bu ifade ile Robert Greene’in 1592’de yazdığı bir kitapçık ile Shakespeare’e “upstart crow” demesi kast ediliyor. İngilizce’de “Crow”, “karga” demek. “Upstart” sözcüğü ise Türkçe’ye “sonradan görme”, “türedi” ya da “zıpçıktı” diye çevrilebilir.
(61) romancı, bozkır kurdu kadar hürdü. (s. 72): Bu söz Hermann Hesse’nin ünlü romanı Bozkır Kurdu’nu anımsatıyor (Şekil.8).
(62) Han Duvarları (s. 76): Faruk Nafiz Çamlıbel’in uzun destan-şiiri.
(63) Sanctum Iohannes’in inisyali (s. 81): Bu ismin Türkçesi Aziz Yahya olduğuna göre onun inisyali, yani başharfleri de “Ay!” oluyor.
(64) puandorg (s. 81): Fransızca’da “point d’orgue”, İngilizce eşdeğeri “fermata”. Müzikte kullanılan, yarım çember içinde bir nokta şeklindeki işaret (Şekil.9). Notanın portede gösterilen değerden daha uzun çalınacağını gösterir.
(65) Fingal (s. 81): İskoçya’nın Staffa adasında, akustik özellikleriyle ünlü bir mağara. Felix Mendelssohn burayı ziyaret ettikten sonra “Fingal Mağarası Üvertürü”nü bestelemiştir. On dakikaya yakın süren bu bağımsız parçayı burayı tıklayarak dinleyebilirsiniz.
(66) corona (s. 81): Taç
(67) Pilpireto Pireto (s. 82): “Vilfredo Pareto”, gelir dağılımı ve bireysel seçimler konusunda çalışmış İtalyan mühendis, sosyolog, siyasetçi ve ekonomist. “Pareto ilkesi”ne adı verilmiştir. “80 – 20 kuralı” olarak da bilinen Pareto ilkesi şudur: “Etkilerin yaklaşık yüzde sekseni, toplumun yaklaşık yüzde yirmisinden gelir.” Örneğin İtalya’da toprakların yüzde sekseni, nüfusun yüzde yirmisinin elindedir. Bir başka örnek: Satışlardan derlenen paranın yüzde sekseni müşterilerin yüzde yirmisinden gelir.
(68) Janjank (s. 83): “Jean-Jacques Rousseau”
(69) Mâlik-ül Mülk (s. 83): Mülk’ün (memleketin, toprağın) sahibi. İslam inancında Allah’ın 99 adından biridir.
(70) Üçüncü Remzi (s. 84): Hitler zamanında Alman devletine verilen ad olan “Üçüncü Reich (= Üçüncü Devlet ya da Üçüncü İmparatorluk)” terimini çağrıştırıyor.
(71) banlamak (s. 87): Ötmek, bağırmak. Özellikle horozlar için kullanılır.
(72) Galapagos Adaları (s. 90): Büyük Okyanus’ta, öteki kara parçalarından uzakta bir adalar grubu. Darwin’in zihninde evrim kavramı ve evrimin mekanizmaları, bu adalarda evrimleşmiş hayvan türlerini gözlemlemesinden sonra gelişmiştir.
(73) Zevs (s. 91): “Zeus”
(74) “Ah Mualla!” (s. 92): Bu sesleniş, bestesi ve sözleri Nejat Yavaşoğulları’na ait olan “Mualla” adlı şarkıyı çağrıştırıyor. Parçayı dinlemek için burayı tıklayabilirsiniz (03′ 04″).
(75) Lort Bayron (s. 96): “Lord Byron”
(76) Nikelanj (s. 96): “Michelangelo”. İtalyan heykeltraşın adı, anlamı “Melek Mikail”dir ve Fransızca söylenişi “Michel-Ange”dır. Türkçe’de de yakın zamanlara kadar Fransızca kullanım daha yaygındı.
(77) Şarlz Dikınz (s. 96): “Charles Dickens”
(78) Biridelik Niçe (s. 96): “Friedrich Nietzsche”
(79) İshak Nefton (s. 96): “Isaac Newton”
(80) Raskolnikov (s. 96): Dostoyevski’nin Suç ve Ceza adlı romanının başkahramanı.
(81) Madam Bovari (s. 96): Gustave Flaubert’in Madame Bovary adlı romanının başkahramanı.
(82) Prens Mışkin (s. 96): Dostoyevski’nin Budala adlı romanının başkahramanı.
(83) 500cc’lik motörüyle, 1933 model Moto Guzzi triportör (s. 101): Burada tanımlanan aracın bir reklamdaki resmi Şekil.10’da görülüyor.
Şekil.11- Ukulele
(84) ukulele (s. 112): Gitar ailesinden bir çalgı. Hawai kökenlidir ve dört tellidir. (Şekil.11)
(85) Harika Çocuklar Kanunu (s. 114): 1948 yılında İdil Biret ile Suna Kan’ın yurtdışında müzik eğitimi görmeleri için çıkarılmış, 1956’da müzik dışındaki güzel sanat dallarını da kapsayacak şekilde genişletilmiş yasa.
(86) Karoli (s. 114): “Ferdinando Carulli”, İtalyan gitarist ve besteci
(87) Karkasi (s. 114): “Matteo Carcassi”, İtalyan gitarist ve besteci
(88) Sor (s. 114): “Farnando Sor”, İspanyol gitarist ve besteci
(89) Diyabeli (s. 114): “Anton Diabelli”, Avusturyalı besteci ve müzik yayıncısı
(90) Roden tarafından yontulmuş ‘Düşünen Adam’ heykelinin kopyası (s. 119): İstanbul – Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin bahçesindeki bu kopya, Dr. Fahri Celal Göktulga’nın başhekimliği döneminde hastalar tarafından yapılmış ve 1951’de tamamlanmıştır. (Şekil.12)
(91) balyemez topları (s. 123): Orta boyda, tunçtan yapılmış askeri top. Adının kökeni tartışmalıdır. Bazıları köken olarak İtalyanca “balia-mezza”yı (=“yarım gülle”) gösterir, bazıları ise bu sözcüğün bir top çeşidinin Almanca adı olan “faule metze”den (=“tembel kahpe”) geldiğini iddia eder.
(92) horasan (s. 123): İnşaatlarda kullanılan bir harç. Tuğla tozları ile kirecin suyla karıştırılmasıyla elde edilir.
(93) Hubal (s. 130): İslam öncesi Arabistanda, Mekke’de kendisine tapınılan tanrılardan. Kâbe’deki 360 puttan en büyüğü, insan şeklieki Hubal heykeliydi. Hubal inancının Arabistan’a kuzeyden geldiğine ilişkin bulgular varsa da kaynak açıkça belli değildir. Halikarnas Balıkçısı’nın Hubal ile Kübele arasında kurduğu ilişki kanıtlanmış değildir.
(94) Malakbel (s. 130): İslam öncesi dönemde Palmira şehrinin tanrısı. Adının “Baal’in elçisi” anlamına geldiği düşünülür. Yunan mitolojindeki eşdeğeri Hermes’tir.
(95) Manaf (s. 130): İslam öncesi Arabistanda, Mekke’de kendisine tapınılan tanrılardan. Kadınlar tarafından okşandığı biliniyor.
(96) Britiş Müzeum (s. 130): “British Museum”, İngiltere – Londra’daki ünlü müze. Tarihin ilk müzesi olarak bilinir.
Şekil.13- Conrad Martens, HMS Beagle Ateş Adalarında
(97) Amiral Nelson’un Viktori adlı harp gemisi (s. 133): “A. Horatio Nelson”, Napolyon ile savaşmış ünlü İngiliz deniz subayı. “HMS Victory” adlı savaş gemisiyle katıldığı Trafalgar Deniz Savaşı’nda hayatını kaybetmiştir.
(98) Şarl Darwin’in içinde bulunduğu, HMS Bigıl araştırma gemisi (s. 133): “HMS Beagle”, Charles Darwin’in evrim kuramını geliştirmesini sağlayan deniz yolculuklarını yaptığı araştırma gemisi. “Beagle” İngilizce’de “tazı” anlamına gelir. “HMS” ise “Majestelerinin gemisi” anlamındaki “His/Her Majesty’s Ship” sözünün kısaltmasıdır ve geminin İngiltere Kraliyet Donanması’na ait olduğunu gösterir. (Şekil.13)
(99) Klark Kebıl (s. 136): “Clark Gable”
(100) berzah (s. 138): Eski dilde, sözcük anlamı şöyle: “iki denizi birleştiren dar boğaz ya da anakaradan bir adaya geçişi sağlayan dar kara parçası, kıstak.” Aynı sözcük mecazi olarak “Bu dünya ile öbür dünya arasındaki geçiş alemi, kabir dünyası”nı ifade ediyor.
(101) kulampara (s. 144): gulampâre. Anlamı: “genç erkeklere aşırı ilgi duyan erkek”. “Kadınlara aşırı ilgi duyan erkek” anlamındaki “zenpâre = zampara” sözcüğünün benzeridir.
(102) meb’ûn (s. 147): efemine davranışlar gösteren erkek.
(103) labunya (s. 147): (ya da “lubunya, lübünya”) Argoda, acemi eşcinsel erkek.
(104) Mevcûde’nin Çekilmez Hoppalığı (s. 148): “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”
(105) İlhan Kundura (s. 148): “Milan Kundera”
(106): Pederler ve Mahdûmlar (s. 148): “Babalar ve Oğullar”
(107) İrfan Turhangil (s. 148): “Ivan Turgenyev”
(108) Cemazziyelevveli Yoklarken (s. 148): “Kayıp Zamanın İzinde”
(109) Parsel Pürûz (s. 148): “Marcel Proust”
(110) Sanatkârın Terbıyık Olarak Sûreti (s. 148): “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi”
(111) Cezmi Coz (s. 148): “James Joyce”
(112) İstifrağ (s. 148): “Bulantı”
(113) Cankul Serter (s. 148): “Jean Paul Sartre”
(114) Nurdan Camii Kamburu (s. 148): “Notre Dame’ın Kamburu”
(115) Fikret Fügo (s. 148): “Victor Hugo”
(116) karmanyola (s. 150): Argoda, ıssız sokaklarda yol keserek yapılan soygunculuk
Şekil.14b- Michael Jackson ve Fedora şapkası
Şekil.14b- Michael Jackson ve Fedora şapkası
(117) kopil (s. 150): Türkçe argoda,sokak çocuğu. Rumca’da “kopili”, “oğlan çocuğu” demektir.
(118) Fedora şapka (s. 150): Adını Sarah Barnard için yazılmış 1882 tarihli bir tiyatro oyunundaki karakterden alan bir şapka çeşidi. Sinemada Borsalino karakteri ile dünyaca tanınmış olan bu tür şapkayı sahne gösterilerinde kullananlar arasında Michael Jackson da vardır (Şekil. 14a ve 14b).
(119) Hristiyan Diyor (s. 151): “Christian Dior”
(120) Hristiyan Diyor’un tasarladığı trençkot (s. 151): “Christian Dior” tarafından tasarlanmış trençkot. (Şekil.15)
Şekil.15- Fedora şapka ve Christian Dior trençkot
(121) Definci (s. 151): “(Leonardo) Da Vinci”
(122) Zebbihan (s. 152): Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nin (J. Joyce) karakteri Stephen Dedalus
(123) Esmer Ayla (s. 152): “Esmeralda”, Notre Damın Kamburu’nun (V. Hugo) karakteri çingene kızı.
(124) Doktor Tınaz (s. 152): “Doktor Tomáš”, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin (M. Kundera) karakteri.
(125) Yergin Pazarol (s. 152): “Yevgeniy Bazarov”, Babalar ve Oğullar’ın (I. Turgenyev) karakteri.
(126) Kasım Hüdo (s. 152): ”Quasimodo”, Notre Damın Kamburu’nun (V. Hugo) karakteri.
(127) Abdülhan (s. 152): “Antoine Roquentin”, Bulantı’nın (J. P. Sartre) karakteri.
(128) Şarsuvan (s. 152): “Charles Swann”, Kayıp Zamanın İzinde’den (Marcel Proust) bir karakter.
(129) ressam Sabiha (s. 152): “ressam Sabina”, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nden (M. Kundera) bir karakter.
(130) Baylan Pastanesi (s. 153): İstanbul’da, edebiyatçıların ve sanatçıların uğrak yeri olan, 1923’te kurulmuş bir pastane. Salah Birsel’in “Ah Beyoğlu, Vah Beyoğlu” adlı kitabında burayı anlatan bir bölüm vardır.
(131) Opera Omnia (s. 154): Latince, “Bütün Yapıtları”
(132) Muhtar Lüpen (s. 158): Maurice Leblanc’ın polisiye romanlarındaki karakter, “kibar hırsız Arsen Lüpen”i (Arsène Lupin) çağrıştırıyor.
(133) Antropomorfik (s. 159): İngilizce’de “anthropomorphic”, “insan biçiminde olmak ya da öyle düşünülmek” anlamına gelir.
(134) teomorfik (s. 159): İngilizce’de “theomorphic”, “kutsal, Tanrısal bir biçimde olmak ya da öyle düşünülmek” anlamına gelir.
(135) egomorfik (s. 160): Yazarın türettiği bu sözcük “ben biçimli olmak” anlamında düşünülmüş olsa gerek.
(136) “Ben, Ben’im!” diyen Yahova (s. 160): Kitabı Mukaddes, Eski Anlaşma’dan (Ahdi Atik) => // Tanrı, “Ben Ben’im” dedi, “İsrailliler’e de ki, ‘Beni size Ben Ben’im diyen gönderdi.’ // (Çıkış, 3:14)
(137) deuculus (s. 160): “Deuculus” sanırım “homonculus” (Latince “adamcık”) formunda “tanrıcık” anlamında kullanılmış; “-culus” Latince’de bizim -cik,-cak vb gibi küçültme soneki.
(138) Hiç kimse doğduğu köyde peygamber olmadı. (s. 160): İsa’ya atfedilen 114 söz içeren “Thomas İncili”ndeki 31. söz şöyledir: “İsa dedi: Hiçbir peygamber kendi köyünde kabul edilmez, hiçbir doktor kendisini tanıyanları iyileştiremez.”
(139) Cezmi Coz, Ulizez (s. 161): “James Joyce”, “Ulysses”
(140) Sakso Gramaticus’un Hamleth’i (s. 161): Saxo Grammaticus, Danimarka civarının tarihini ve efsanelerini yazmış. Anlattığı karakterlerden Amleth, Hamlet’i yazarken Shakespeare’e esin kaynağı olmuş.
(141) Bela Varkot (s. 161): “Béla Bartók”, Macar besteci, piyanist ve halk müziği derleyicisi.
(142) Güzel şeylerin birbirine benzediği, çirkin şeylerin ise muhtelif olduğu (s. 161): Bu söz, Tolstoy’un Anna Karenina adlı romanının ilk cümlesini çağrıştırıyor: “Mutlu ailelerin hepsi de birbirine benzer; ama mutsuz ailelerin her birinin mutsuzluğu kendine özgüdür.”
(143) Rasin (s. 162): “Racine”
(144) “Acı yolu” (s. 168): “(…) sol elinde bavulu, sağ omuzunda ise o koskoca merdiven olduğu halde yürümeye başladı (…)” ifadesi, İsa’nın sırtında çarmıha gerileceği haçı taşıyarak yürüdüğü yolu çağrıştırıyor. Hristiyanlıkta buranın adı Via Dolorosa’dır (= “Acı yolu”).
(145) “Martern aller Arten” (s. 169): “İşkencenin her çeşidi” anlamına gelen bu ifade Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma adlı operasından (Perde II, Sahne 3) Konstanze’ın bir aryasının adıdır, yani sözlerinin başlangıcıdır. Bu aryayı Kiri te Kanava’dan dinlemek istiyorsanız burayı tıklayınız (08′ 48″).
(146) Homo İnnosens (s. 180): “Homo innocence”, yani “Masum insan”.
(147) Yemînî olan asilzâdeler (s. 181): Krala bağlılık yemini etmiş soylular
(148) Yesarî olan şehirliler (s. 181): Solcu burjuvalar. Burada anlatılan oturma düzeni, Fransız ihtilalindan sonra kurulan mecliste siyasi grupların yerleşme düzenini anımsatıyor. “Sol kanat” ve “sağ kanat” terimleri bundan sonra siyasete girmiştir.
(149) “Hüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjjjjjt! Nah-ha!” (s. 181): İlk okuduğumda neye tekabül ettiğini tam anlayamadığım bu nidayı birkaç kez tekrarladıktan sonra “uykuda alınan gürültülü ve derin bir nefes ile ardından gelen şiddetli bir horlama”ya benzediği kanısına vardım. Belki de yazar bu şekilde okuyucuya bütün kitabın bir düş olduğunu anımsatıyor.
————————————————————–
İzahatımız burada itmam olmuştur -şimdilik-. Karilerden gelecek her türlü ilave, tashih, fikir, müdahale, vs. memnuniyetimize vesile olacaktır.
Caner Fidaner
sf. 56, Şarkî Rum Pâyıtahtı: Doğu Roma Başkenti (İstanbul)
sf. 57, pes kitara: bas gitar
sf. 60, külhanbegümü, begüm: Hint prenseslerine verilen unvan.
sf. 64 reçete yazmamak: aldırış etmemek, küçümsemek
sf. 75 gôr: mezar
sf. 75, Esinkâfî, sinkaf: Erkeklik organı ve ilgili sövgülerin tümünün kısaltılmış biçimi. Sin, kāf, eski yazıda Türkçe ‘sik’ sözcüğünün ilk ve son harfleri. “Çocuklara daha ilk ağızda sinkâfla gonuşmayı öğrediyorlar.”
sf. 57, pes kitara: bas gitar
sf. 60, külhanbegümü, begüm: Hint prenseslerine verilen unvan.
sf. 64 reçete yazmamak: aldırış etmemek, küçümsemek
sf. 75 gôr: mezar
sf. 75, Esinkâfî, sinkaf: Erkeklik organı ve ilgili sövgülerin tümünün kısaltılmış biçimi. Sin, kāf, eski yazıda Türkçe ‘sik’ sözcüğünün ilk ve son harfleri. “Çocuklara daha ilk ağızda sinkâfla gonuşmayı öğrediyorlar.”
sf. 92 mumluk: Herhangi bir mum gücünde olan.
Yüz mumluk ampul.
sf. 94 sâbite: [mat] Bir formülde geçen ve önceden belirlenmiş bulunan değişmez nicelik.
sf. 97 raboçi, robotnik: İşçi.
sf. 108 itoloji: Üniversitelerde itlik ve hergelelik öğretilen bölüm (?).
sf. 109 fokusturot, fokstrot: [müz.] Dört tempolu bir dans.
sf. 159 topuk sefası: Kadının mastürbasyon yapması, yüksek ökçeli ayakkabı topuğuyla mastürbasyon yapmak.
Yüz mumluk ampul.
sf. 94 sâbite: [mat] Bir formülde geçen ve önceden belirlenmiş bulunan değişmez nicelik.
sf. 97 raboçi, robotnik: İşçi.
sf. 108 itoloji: Üniversitelerde itlik ve hergelelik öğretilen bölüm (?).
sf. 109 fokusturot, fokstrot: [müz.] Dört tempolu bir dans.
sf. 159 topuk sefası: Kadının mastürbasyon yapması, yüksek ökçeli ayakkabı topuğuyla mastürbasyon yapmak.
PUSLU KITALAR ATLASI
Abıru: 1.Yüz suyu. 2.Irz, namus, şeref, haysiyet.
Acuze: Huysuz, yaşlı kadın
Adülkahır: (Ödül kahır) Pembe çiçekli, çok yıllık otsu bir bitki
Agâh: 1.Bilen, bilgili 2.Haberli
Agâh: 1.Bilen, bilgili 2.Haberli
Akarca: Sürekli işleyen çıban, fistül
Altar: Adak adanan ve kurban kesilen dini yapı, sunak.
Arkebüz: XV. yüzyılda Fransa'da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli silah
Asesbaşı: Yeniçeri Ocağındaki askerî görevinin yanı sıra, başkentin düzenini korumakla da yükümlü olan yirmi sekizinci ortanın çorbacıbaşısı
Aza: Vücut parçası, organ
Balyemez: Kara ve deniz savaşlarında kullanılan, orta çapta, uzun menzilli, tunçtan top
Balyos: Osmanlı Devleti'nde Frenk ve özellikle Venedik elçilerine verilen ad
Bareta: (Baret) Küçük takke, papaz takkesi
Barka: Büyük sandal
Başeski: 1. Yeniçeri bölüklerinin en kıdemsiz subayı ve erlerinin en kıdemlisi. 2. Saray ahırı erlerinin en kıdemlisi.
Bayraktar: Osmanlı askerî örgütünde yeniçeri ve öteki kapıkulu ortaları ile sipahilere, beylerbeyi ve daha başka ümeraya bağlı birliklerin bayraklarını taşıyan kimselere verilen san.
Beher: Her bir
Beşe: “Baş ağa”dan esinlenme. Büyük erkek evlat, ilk doğan erkek çocuk.
Beher: Her bir
Beşe: “Baş ağa”dan esinlenme. Büyük erkek evlat, ilk doğan erkek çocuk.
Bezen: (Bezek) Süs
Bıcılgan: Kadınların meme uçlarında, çocukların ayaklarında, hayvanların ayak parmaklarıyla bileklerinde ter, pislik, çamur v.s. sebeplerden ileri gelen sulu yara.
Billur: Kesme cam, kristal
Börk: Yeniçerilerin kullandığı, beyaz çuhadan veya keçeden imâl edilmiş,
alt tarafına san şerit işlenmiş ve ön tarafında sarı tenekeden bir kaşıklık bulunan başlığa verilen isim. Börkün ucunda, arkaya devrilip omuza kadar gelen tiftikten mamul "yatırtma" bulunurdu. Bu kısım enseyi örter, yağmur, kar ve soğuktan muhafazaya yarardı. Börk’ün ön tarafında da gümüş veya başka bir madenden yapılmış, yünlük (tüylük) denilen kaşıklık bulunurdu.
alt tarafına san şerit işlenmiş ve ön tarafında sarı tenekeden bir kaşıklık bulunan başlığa verilen isim. Börkün ucunda, arkaya devrilip omuza kadar gelen tiftikten mamul "yatırtma" bulunurdu. Bu kısım enseyi örter, yağmur, kar ve soğuktan muhafazaya yarardı. Börk’ün ön tarafında da gümüş veya başka bir madenden yapılmış, yünlük (tüylük) denilen kaşıklık bulunurdu.
Bucurgat (Bocurgat): Bir manivela yâhut motorla döndürülen, döndükçe çekilmesi veya kaldırılması istenen yükün bağlı olduğu ipi kendi üzerine sarmak sûretiyle bu yükü çeken veya kaldıran âlet, vinç
Bukağı: Ağır cezalıların ayaklarına takılıp ucuna pranga bağlanan demir halka
Ceriha: Yara
Cıvalı zar: Bir yüzü ağır olacak biçimde yapılmış, hileli zar
Cühela: Bilgisizler, cahiller
Cürmü meşhut: Suçüstü
Çakşır: Paça bölümü diz üstünde veya diz altında kalan bir tür erkek şalvarı
Çalık: Yüzünde çıban veya yara yeri olan
Çekül: Ucuna küçük bir ağırlık bağlanmış iple oluşturulan, yer çekiminin doğrultusunu belirtmek için sarkıtılarak kullanılan bir araç, şakul
Çeşmibülbül: Üzeri beyaz, sarmal süsler ve çiçek motifleri ile bezenmiş cam işi
Çiftenara: Birbirine bağlı iki küçük dümbelekten oluşan müzik aleti
Çolak: Eli veya kolu sakat olan (kimse)
Çorbacı: Yeniçerilerde bir birlik komutanı
Damla: Kalbe inen inme, felç
Darbezen: (Darbzen) Osmanlı zamanında kullanılan, ikisi bir ata yüklenebilir top
Darçın: Tarçın
Darülfülfül: Beden ısıtıcı ve öksürük kesici olarak kullanılan bir baharat
Deliduman: Delicesine atılgan, pek sert ve saygısız (kişi).
Deliler: Osmanlı kara ordusunda görevli bir askeri birliği
Demkeş: Keyfçi
Denk: Yatak, yorgan, kumaş vb. eşyanın sarılıp bağlanmış biçimi, balya
Dirim: Hayat, yaşam
Diş kirası: Bir kimseye fazladan verilen para, armağan vb.
Ebcet: Arap alfabesinin her harfi bir rakamı karşılayan ve anlamsız sekiz kelimeden oluşan değişik bir düzeni.
Ehli dubara: Hilenin ve düzenbazlığın ustası
Ehli işret: İçki içme erbabı
Enfiye: Kurutulmuş tütünden yapılan ve burna çekilen keyif verici, aksırtıcı toz, burun otu
Esvap: Giysi
Eşkinci: Savaşa giden eyalet askeri.
Eyyamıbahur: 31 Temmuz ile 7 Ağustos arasında, sıcaklıkların maksimum seviyeye çıktığı, yılın en sıcak günlerinin yaşandığı dönem
Fiili livata: (İng. Sodomy) Anal yoldan yapılan cinsel ilişkinin hukiki terimi.
Filinta: Namlusu kısa, kurşun atan bir çeşit küçük tüfek
Filuri: Eski Ceneviz para birimi
Flok: Geminin cıvadrasına çekilen üçgen yelken
Forsa: Gemilerde kürek çeken tutsak veya hükümlü kimse
Gadir: 1. Haksızlık etme, zarar verme. 2. Acımasızlık, merhametsizlik, kıygı.
Göztaşı: Boya ve tarım ilacı olarak kullanılan mavi bakır sülfatın halk dilindeki adı.
Güderi: 1. Genellikle geyik veya keçi derisinden yapılmış yumuşak ve mat meşin 2. Bu meşinden yapılmış
Güderi: 1. Genellikle geyik veya keçi derisinden yapılmış yumuşak ve mat meşin 2. Bu meşinden yapılmış
Gülam: Kölelerden oluşan, hükümdarı korumakla görevli olan askeri birlik.
Gülbank: Hep bir ağızdan ve makamla yapılan dua veya ant
Halep çıbanı: Kaşıntılı bir sivilce gibi başlayıp yangılı yaralar olarak genişleyen ve en az bir yıl süren deri hastalığı; şark çıbanı.
Hasen: Güzel, hüsün, güzellik
Havacıva: Sığırdiligillerden, Akdeniz bölgesinde yetişen ve köklerinden kırmızı boya elde edilen, çok yıllık otsu bir bitki
Hayreti mucip: Hayreti icap ettiren, hayreti gerektiren
Hercümerc: Altüst, karmakarışık, darmadağınık, allak bullak
Hıyarcık: Kasık lenf bezlerinin iltihaplanması.
Hilye-i şerif: Hz. Muhammed’in sıfatlarını anlatan manzum veya nesir halindeki yazılar, kitaplar ve tablolar
Humbara: (Fars. ḫumbure “küçük küp”) Demir veya tunçtan dökülmüş, yuvarlak ve boş olan içine patlayıcı maddeler doldurulup havan topu veya el ile atılan, yuvarlak bir tür bomba, kumbara
Huruç hareketi: Kale kuşatıldığında kuşatma kuvvetlerine yapılan kontra-atak saldırı
Husye: Er bezi, testis.
Hüsnü kabul göstermek: İyi karşılamak, güler yüz göstermek
Hüsnühal: İyi hâl.
Irlamak: Türkü, şarkı söylemek, yırlamak
İncitmebeni: Kanser.
İptila: Düşkünlük, tiryakilik
İstihare: Girişilecek bir işin hayırlı olup olmadığını rüyadan anlamak için abdest alıp dua okuyarak uyuma.
İtdirseği: Arpacık
İtikat: 1. İnanma, inan. 2. İnanç
Kadırga: Hem yelken hem kürekle yol alan, özellikle Akdeniz'de kullanılmış bir savaş gemisi
Kadit: 1. Güneşte veya hafif alevde kurutulmuş et. 2. İskelet. 3. Çok zayıf
Kakule: Zencefilgillerden, sıcak iklimlerde yetişen güzel kokulu bir bitki
Kalafatçı: . 1. Gemi ve kayıklarda kalafatlama işini yapan kimse. 2. Kalafat yapan veya satan kimse.
Karina: 1.Gemi omurgası 2.Gemi teknesinin su içinde kalan bölümü
Karina: 1.Gemi omurgası 2.Gemi teknesinin su içinde kalan bölümü
Karakullukçu: Yeniçeri ocağı bölük ve ortalarında odaları ve odaya gelen konukların ayakkabılarını temizlemek, yemek kaplarını yıkamak ve benzeri işler görmekle yükümlü er.
Kebabe: Karabibergiller familyasına dahil bir bitki türü
Kefere: Müslüman olmayanlar, kâfirler
Kethüda: Zengin kimselerin ve devlet büyüklerinin buyruğunda çalışan, onların birtakım işlerini gören kimse, kâhya
Kıblenüma: Kıble yönünü göstermek için, bulunulan yere göre özel işareti olan pusula.
Kırba: Sakaların içinde su taşıdıkları ağzı dar, altı geniş, deriden yapılmış kap, su kabı, matara
Kolomborne: Demir gülle atan bir top türü.
Kubur: Tuvalet deliğinden lağıma inen boru
Kulampara: Oğlancı
Küfi: Arap yazısının düz ve köşeli çizgilerle yazılan eski bir biçimi
Külhan: Hamamları ısıtan, hamamın altında bulunan kapalı ve geniş ocak, cehennemlik
Lisan-ı erazil: Rezil, aşağılık kimselerin dili, argo
Lisan-ı hal: Hal dili; meramını durum ve görünümüyle anlatma
Livata: Oğlancılık
Mağrip: Batı
Mağrip: Batı
Maiyet: Üst görevlinin yanında bulunan kimseler, alt kademedekiler.
Manivela: 1.Bir ucunun bağlı bulunduğu bir nokta çevresinde dönen kol 2.Kaldıraç.
Mano: Kumar oynatan kişinin kazançtan aldığı pay
Mapamundi: Dünya haritası
Martaloz: 1.Eskiden saraylarda çalışan garsonlara verilen ad. 2.Çift cinsiyetli
Mayna: Yelken indirme, fora karşıtı.
Mazbata: Tutanak.
Mebun: Erkekleri baştan çıkarıp, paralarını alan erkeklere verilen ad
Metruk: Bırakılmış, terk edilmiş
Meyyus: Kederli; üzgün
Minelaşk: “Aşktan” demektir. (Ah Minelaşk: Hat sanatında kahreden aşk anlamına gelen ağlayan iki göz ve bir eliften oluşan çizim.)
Minelgaraib: “Gariplikten” demektir.
Muallim: Öğretmen
Muhasara: 1. Kuşatma 2. Çevirme
Muhkem: Sağlam, sağlamlaştırılmış
Muhteva: İçerik
Mukadderat: Yazgı
Mumcu: Yeniçeri Ocağında çavuşlardan sonra gelen, yeniçeri ağasına bağlı on iki subaydan her biri.
Murassa: Değerli taşlarla bezenmiş, cevahirle süslenmiş
Murdar: 1.Kirli, pis 2.Cinsel birleşmeden sonra yıkanmamış (kimse) 3.Dinî kurallara uygun olarak kesilmemiş olan (hayvan)
Murdar: 1.Kirli, pis 2.Cinsel birleşmeden sonra yıkanmamış (kimse) 3.Dinî kurallara uygun olarak kesilmemiş olan (hayvan)
Mutemet: 1.Dairelerde, iş yerlerinde bazı para işlerine bakan görevli. 2. Kendisine inanılıp güvenilen kimse.
Mutrip: Çingene
Mürdesenk: Doğal kurşun oksit
Müreşebbis: Girişimci
Mütalaa: 1.Etüt 2. Herhangi bir konu üzerinde ayrıntılı düşünme ile oluşan görüş ve yorum
Nekkarezen: Nakkare çalan kimse
Odabaşı: 1.Hanlarda çalışan uşakların başı 2.Yeniçeri kuruluşunda görevi alaylarda selam törenlerini düzenlemek ve yönetmek olan subay
Okka: 1,282 kilogram veya 400 dirhemlik ağırlık ölçüsü birimi, kıyye
Okka: 1,282 kilogram veya 400 dirhemlik ağırlık ölçüsü birimi, kıyye
Otlakiye: Osmanlı döneminde, devlet malı otlaklarda yayılan hayvanlardan alınan vergi.
Öküz zar: Cıvalı zar
Palanka: Ağaç ve toprakla yapılmış, hendekle çevrilmiş küçük hisar
Paluze: Zerdeçal kullanılarak hazırlanan, jöle kıvamında bir tatlı
Payanda: Bir duvarı tutmak, yıkılmasını önlemek için yanlamasına dayatılan destek.
Pazubent: 1. Belli bir amaçla kola geçirilen enli kuşak, kolçak. 2. Kol muskası.
Piştov: Osmanlı ordusunda bir süre kullanılan, paçavrayla sıkıştırılmış barutu horozunda bulunan çakmak taşı ile ateşleyip kurşun bilyeyi atan, kısa namlulu, tek atış yapılabilen bir tür tabanca
Rahle: Üzerinde kitap okunan, yazı yazılan, bazıları açılıp kapanabilen alçak, küçük masa
Rivayet: 1.Söylenti 2. Bir olay, bir haber veya sözü nakletme
Rubu tahtası: Çeyrek daire şeklinde, yıldızların ufuksal açıklık ve yükseklik olarak koordinatlarını saptamaya yarayan astronomi aleti
Sabık: Geçen, önceki, eski
Saka: Evlere, çeşmeden su taşımayı iş edinmiş olan kimse
Saksoncubaşı: Saksonlar, Osmanlı padişahlarının av maiyetinde bulunan ve av köpeği yetiştirmekle görevli bulunan yeniçeri koludur. Başlarında saksoncubaşı bulunur.
Sanduka: Mezarın üzerine yerleştirilmiş, tabut büyüklüğünde tahta veya mermer sandık
Sefaret: Elçilik
Serbaz: Yürekli, yiğit, korkusuz (kimse)
Serdengeçti: Fedai
Serpuş: Başlık
Seyyare: Gezegen.
Sipahi: Osmanlılarda tımar sahibi bir sınıf atlı asker
Sorguç: Bazı kuşların tepelerinde bulunan uzunca tüy, tuğ
Sökün etmek: Birdenbire görünüp arkası kesilmeden gelmek
Subaşı: 1. Şehirlerin güvenlik işlerine bakan görevlilerin başı. 2. Acemi ocaklarında küçük aşamalı subay. 3. Osmanlılarda kapıkulu süvarileri arasından, savaş zamanı güvenlik işlerine bakmak, barış zamanı da vergi toplamak işleri için ayrılan kimse.
Sülyen: Kurşun asıllı, parlak kırmızı renkli toz halinde bir boyarmadde
Sümün: XVII. yüzyıl ortalarında bir süre Osmanlı ülkelerinde kullanılan ve kuruşun sekizde biri (beş para) değerinde bir yabancı para.
Sürünceme: Bir işin sonuçlanıncaya kadar boş yere uğradığı gecikmelerin tümü.
Şahidarbezen:
Şarkiyat: Doğu bilimi, oryantalizm
Şayia: Yayılmış haber, yaygın söylenti, duyultu
Şehla: Kusurlu sayılmayacak kadar hafif şaşı (göz)
Şirpençe: Deri altı hücre dokusunun ve yağ bezlerinin iltihaplanmasından oluşan, genişlediğinde çok tehlikeli olabilen, stafilokokların sebep olduğu bir kan çıbanı, kızılyara, aslanpençesi
Tahnit: Bozulmaması için ölüyü ilaçlama.
Tamburi: Tambur çalan kimse
Tarraka: Gümbürtü
Tebaa: Uyruk
Tebliğ: 1. Bildirme 2. Haber verme
Temriye: Deride yer yer küme durumundaki birtakım kabartılarla kendini gösteren hastalık.
Terennüm: 1.Güzel ve alçak sesle şarkı söyleme. 2. Kuş şakıma, ötme. 3.Anlatma, ifade etme.
Teres: 1.Aşağılık anlamına sövgü sözü 2. Pezevenk
Teşrih: 1.Bir sorunu veya konuyu ele alıp en ince noktalarına kadar gözden geçirerek anlatma, açımlama. 2.Anatomi
Tezkire: Divan şairlerinin hayatını ve şiirlerini genellikle subjektif bir bakış açısıyla değerlendiren eser.
Tıyniyet: (Tıynet) Yaradılış, huy, maya
Tizap:
Tramola: (Tremolo) Bir enstrümanda tek bir tonun hızlı tekrarlarla çalınmasına verilen isim
Ulah: Romanya'nın yerli halkına ve bu halkın soyundan olan kimselere Osmanlı Türklerinin verdiği ad
Ulema: 1. Bilginler 2.Sarıklı din bilginleri
Ulah: Romanya'nın yerli halkına ve bu halkın soyundan olan kimselere Osmanlı Türklerinin verdiği ad
Ulema: 1. Bilginler 2.Sarıklı din bilginleri
Ulufe: Osmanlılarda kapıkulu askerlerine, saray ve devlet kuruluşlarındaki bazı görevlilere üç ayda bir verilen ücret.
Upir: Vampir kelimesinin kökeni olduğu düşünülen, aynı anlama gelen kelime
Usturlap: Gök cisimlerinin yükseltisini ölçmekte kullanılan araç
Vakanüvis: Osmanlı Devleti'nde zamanın olaylarını tespit etmek ve yazmakla görevli devlet tarihçisi
Vect: Sevgi veya heyecandan doğan coşkunluk, kendinden geçme, esrime
Vekilharç: Kesedar.
Yalım: Alev
Yatağan: Namlusu kavisli, iki yanı da kesici, bir tür uzun savaş bıçağı
Yecüc ve Mecüc: Kıyamete yakın, ortaya çıkıp insan ırkını ortadan kaldırmaya çalışacak ve büyük zararlar verecek olduğu söylenen yaratık cinsi.
Yecüc ve Mecüc: Kıyamete yakın, ortaya çıkıp insan ırkını ortadan kaldırmaya çalışacak ve büyük zararlar verecek olduğu söylenen yaratık cinsi.
Yedmek: 1.Çekerek peşinden götürmek, yedeğinde götürmek. 2.Yanında, beraberinde götürmek
Yekün: Toplam
Yenirce: 1. Kemik ve diş dokusunun harap olması durumu. 2. Frengi
Zaç yağı: Sülfürik asit.
Zagon: Metot
Zağarcıbaşı: Osmanlı Devleti'nde padişahın av köpeklerine bakan görevli.
Zangoç: Kilise hizmetini gören ve çan çalan kimse
Zemberekçi: Yeniçerilerin zemberek kullananı.
Zincifre: Kırmızı renkli doğal cıva sülfür
Zolota: Polonya parasına benzeyen bir Osmanlı gümüş parası.
Zurnazen: Zurnacı
Kitapta geçmiyor olsa da merak edenler için:
Kitapta geçmiyor olsa da merak edenler için:
Gezegenler
Müşteri: Jupiter
Zühal: Satürn
Utarid: Merkür
Burçlar
Koç:Hamel
Boğa:Sevr
İkizler:Cevza
Yengeç:Seretân
Aslan:Esed
Başa:Sümbüle
Terazi:Mizan
Akrep:Akreb
Yay:Kavs
Oğlak:Cedi
Kova:Devi
Balık:Hut
KİTAB-ÜL HİYEL
amedi: geliş
apartmak (aparmak): Aşırmak, çalmak, kapıp götürmek
apartmak (aparmak): Aşırmak, çalmak, kapıp götürmek
arslancıbaşı: Topkapı Sarayı’nda vahşî hayvan bakıcılarının başı.
aşari: [mat. esk.] ondalık.
bakışımsız: asimetrik
balyemez: [esk.] Kara ve deniz savaşlarında kullanılan, orta çapta, uzun menzilli, tunçtan top.
Babü's-Selam: Topkapı Sarayının Ortakapı da denilen ikinci kapısı.
Beher: her, her bir, herbirisine.
aşari: [mat. esk.] ondalık.
bakışımsız: asimetrik
balyemez: [esk.] Kara ve deniz savaşlarında kullanılan, orta çapta, uzun menzilli, tunçtan top.
Babü's-Selam: Topkapı Sarayının Ortakapı da denilen ikinci kapısı.
Beher: her, her bir, herbirisine.
budasyom: potasyum
bühtan: kara çalma, iftira.
bühtancı: Asılsız yere birine bir şey isnâd eden, iftiracı, müfterî.
Cadde-i Kebir: İstiklâl Caddesi
camadan: çapraz düğmeli, ipek veya sırma işlemeli bir tür kısa yelek.
cebir: [esk.] zor, zorlayış
çeşmibülbül: Üzeri beyaz, sarmal süsler ve çiçek motifleri ile bezenmiş cam işi
Dersaadet: "Mutluluk kapısı." İstanbul'un eski isimlerinden biri.
Deavi Kasrı: Kubbealtında dîvân toplandığı zaman, kubbe vezirlerinden birinin nöbetle gelerek verilen dilekçeleri topladığı ve müracaat sahiplerini dinleyerek dâvalarını hülâsa edip dîvâna bildirdiği yapı, Kağıt Emini Kulesi.
Devr-i Saadet: İslam tarihi'nde Muhammed'in hayatta olduğu dönem, Asr-ı Saadet.
düşahî: [gerçek anlam] 1. çatal ağaç; tomruk. 2. suçlunun boynuna takılan çatal ağaç.
eşref saati: Bir işin olumlu yola girmesi için en uygun zaman.
ezani saat: Güneşin tamamen battığı anı 12.00 olarak kabul eden saat.
falya : [esk. ask.] topları ateşlemek için ağızotunun konulduğu delik.
gulfe: sünnet derisi.
gözbağcılık: Gözü aldatmak amacıyla özel olarak hazırlanmış araçlarla gözbağı yapma sanatı, hokkabazlık, illüzyonizm.
güllabici: [tar.] akıl hastahanelerindeki hademeler, gardiyanlar. bunlar ellerinde kamçı olduğu halde deliler arasında dolaşıp azgın delileri döverek uslandırmak vazifesiyle mükellef olduklarından, dışarda bu türlü tavır takınanlara da mecaz yoluyla güllâbici denilirdi.
hal etmek: tahttan indirmek
Hidiv: Kavalalılara mensup Mısır valilerine babadan oğula geçmek üzere 1867'de verilen resmi unvan.
Hilkıyyet: Yaratılışta olma, hilkî olma.
hilye: suret, görünüş.
hulk: Huy, ahlâk, tabiat, yaratılıştan olan haslet, seciyye, cibilliyet; insanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhî ve zihnî hâller.
İbnü'l Arz: Yerin oğlu.
kadana: Bir cins iri at.
kafa kağıdı: nüfus cüzdanı.
kaftan kafa: bir uçtan bir uca, baştan başa.
kalyon: yalnız yelkenle yol alan ağır savaş gemilerinin en büyüğü.
kama: Topun gerisini kapayan kapak.
kerrat cetveli: çarpım tablosu
kör kuyu: suyu kurumuş, su çıkmayan, susuz kuyu.
mahbup: sevilen erkek
mahbubperest: erkek seven, oğlancı
maksem: Osmanlı döneminde, bentlerden şehre gelen suların, ölçülerek ev, çeşme ve hamam gibi farklı yer ve yönlere dağıtımının yapıldığı, lüleli havuz ve tekneleri olan üstü örtülü su haznesi yapılar.
mashalat: [kaba] Erkeklik organı.
meb'ûn: ibnelik hastalığına tutulmuş olan, ibne.
mihaniki: Düşünmeden, ölçülerek değil de yalnızca alışkanlığın verdiği kolaylıkla veya yalnız kasların hareketiyle yapılan (iş, hareket vb.), mekanik.
müjdecibaşı: Surrenin dağıtımı yapıldıktan sonra Mekke şerifinin yanıt olarak yazdığı teşekkür ve dua mektubunu padişaha iletmekle yükümlü kimse.
mukataa: osmanlı imparatorluğu'nda iltizam yöntemine göre kiralanan kaynaklara verilen ad.
nakilân-ı asar: eserleri nakledenler, anlatanlar.
namenüvis: Osmanlı padişahlarının yabancı ülke hükümdarlarına göndereceği mektupları yazan görevli.
nebi: Kendisine kitap indirilmemiş peygamber.
palankete: Birbirine zincirle bağlı iki gülleden oluşan, eski deniz savaşlarında yelken direğini ve bizzat yelkeni ortadan kaldırmak için tasarlanmış top güllesi.
palanga: küçük kale
paluze: beyaz, dolgun ve titrek.
pereme: [esk.] gondola benzeyen bir kayık.
perest: Tapan, tapınan, taparcasına seven.
perişanî: küçük görevlilerin giydikleri bir tür kavuk.
perükar: berber
perver: "Besleyen, yetiştiren, velinimet, koruyan" mânâsında birleşik kelimeler yapılır.
râviyân-ı ahbar: haberleri rivayet edenler.
râvi: rivayet eden, insanlara haberleri,hadisleri nakleden, söyleyen, anlatan kişi.
reis-ül küttab: xvii. yüzyıla değin padişah divanı yazmanlarının başı, bundan sonra 1835'e değin bugünkü dışişleri bakanı dengi olan, bu mevkideki kişinin adı.
rihtegân: [tarih] top döken sanatkârlar.
rivâyet-i mevsûka: sağlam, inanılır, güvenilir rivayet.
ruznamçe: Osmanlı Devleti'nde defterdarlıkta günlük hadiselerin yazıldığı küçük defter.
rüyet: [esk.] Görme.
sah: [esk.] bir şeyin doğru olduğunu belirtmek için yapılan işaret.
Sağ Garipler: Savaşlarda sağ taraftan hücum ederek düşmanı çembere almaya yardımcı olan bölük.
Salis: üçüncü
sanem: put
sanemperver: putperest
sütre: Savaşta düşmandan saklanmak için gizlenilen sed; setretmeye yarayan duvar, hendek.
sofyan: türk müziğinde bir küçük usûl. (bkz: nim sofyan)
tarih: tarih kitabı.
tashif: Yanılarak yanlış kelime yazma; yazı yazarken kelimeyi yanlış yazma. Tashîf, hem mânâyı, hem de kelimeyi değiştirmek, tahrif ise kelimeyi değiştirip mânâya dokunmamaktır.
telhisci: sadrazam tarafından padişaha sunulacakları kısaltmakla görevli kimse.
tizap: kezzap.
vardiyan: Tersanelerde tutuklular için yapılan yer, zindan.
Yakubî: Jakoben
zayiçe: Yıldızların, belli bir zamandaki yerlerini, durumlarını gösteren çizelge.
zeker: [esk.] Erkeklik organı.
zerduva: kadife
zevali saat: Güneşin en tepede bulunduğu anı 12:00 olarak kabul eden saat.
zıbık: Yapay erkeklik organı
3. Mâide Suresi - 90. Ayet: “Yâ eyyuhelleziyne âmenû innemelhamrü velmeysirü vel ensabü vel’ezlamü ricsun min amelişşeytani fectenibuhü le’alleküm tüflihûn.”
Âb-ı ru dökmek: Yüz suyu dökmek; şerefinden fedâkârlık edecek derecede yalvarmak, minnet etmek
Yedinci Gün Romanında Dikkat Çeken Yazım Hataları: http://tdk.gov.tr/wp-content/uploads/2012/11/06.pdf
bühtan: kara çalma, iftira.
bühtancı: Asılsız yere birine bir şey isnâd eden, iftiracı, müfterî.
Cadde-i Kebir: İstiklâl Caddesi
camadan: çapraz düğmeli, ipek veya sırma işlemeli bir tür kısa yelek.
cebir: [esk.] zor, zorlayış
çeşmibülbül: Üzeri beyaz, sarmal süsler ve çiçek motifleri ile bezenmiş cam işi
Dersaadet: "Mutluluk kapısı." İstanbul'un eski isimlerinden biri.
Deavi Kasrı: Kubbealtında dîvân toplandığı zaman, kubbe vezirlerinden birinin nöbetle gelerek verilen dilekçeleri topladığı ve müracaat sahiplerini dinleyerek dâvalarını hülâsa edip dîvâna bildirdiği yapı, Kağıt Emini Kulesi.
Devr-i Saadet: İslam tarihi'nde Muhammed'in hayatta olduğu dönem, Asr-ı Saadet.
düşahî: [gerçek anlam] 1. çatal ağaç; tomruk. 2. suçlunun boynuna takılan çatal ağaç.
eşref saati: Bir işin olumlu yola girmesi için en uygun zaman.
ezani saat: Güneşin tamamen battığı anı 12.00 olarak kabul eden saat.
falya : [esk. ask.] topları ateşlemek için ağızotunun konulduğu delik.
gulfe: sünnet derisi.
gözbağcılık: Gözü aldatmak amacıyla özel olarak hazırlanmış araçlarla gözbağı yapma sanatı, hokkabazlık, illüzyonizm.
güllabici: [tar.] akıl hastahanelerindeki hademeler, gardiyanlar. bunlar ellerinde kamçı olduğu halde deliler arasında dolaşıp azgın delileri döverek uslandırmak vazifesiyle mükellef olduklarından, dışarda bu türlü tavır takınanlara da mecaz yoluyla güllâbici denilirdi.
hal etmek: tahttan indirmek
Hidiv: Kavalalılara mensup Mısır valilerine babadan oğula geçmek üzere 1867'de verilen resmi unvan.
Hilkıyyet: Yaratılışta olma, hilkî olma.
hilye: suret, görünüş.
hulk: Huy, ahlâk, tabiat, yaratılıştan olan haslet, seciyye, cibilliyet; insanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhî ve zihnî hâller.
İbnü'l Arz: Yerin oğlu.
kadana: Bir cins iri at.
kafa kağıdı: nüfus cüzdanı.
kaftan kafa: bir uçtan bir uca, baştan başa.
kalyon: yalnız yelkenle yol alan ağır savaş gemilerinin en büyüğü.
kama: Topun gerisini kapayan kapak.
kerrat cetveli: çarpım tablosu
kör kuyu: suyu kurumuş, su çıkmayan, susuz kuyu.
mahbup: sevilen erkek
mahbubperest: erkek seven, oğlancı
maksem: Osmanlı döneminde, bentlerden şehre gelen suların, ölçülerek ev, çeşme ve hamam gibi farklı yer ve yönlere dağıtımının yapıldığı, lüleli havuz ve tekneleri olan üstü örtülü su haznesi yapılar.
mashalat: [kaba] Erkeklik organı.
meb'ûn: ibnelik hastalığına tutulmuş olan, ibne.
mihaniki: Düşünmeden, ölçülerek değil de yalnızca alışkanlığın verdiği kolaylıkla veya yalnız kasların hareketiyle yapılan (iş, hareket vb.), mekanik.
müjdecibaşı: Surrenin dağıtımı yapıldıktan sonra Mekke şerifinin yanıt olarak yazdığı teşekkür ve dua mektubunu padişaha iletmekle yükümlü kimse.
mukataa: osmanlı imparatorluğu'nda iltizam yöntemine göre kiralanan kaynaklara verilen ad.
nakilân-ı asar: eserleri nakledenler, anlatanlar.
namenüvis: Osmanlı padişahlarının yabancı ülke hükümdarlarına göndereceği mektupları yazan görevli.
nebi: Kendisine kitap indirilmemiş peygamber.
palankete: Birbirine zincirle bağlı iki gülleden oluşan, eski deniz savaşlarında yelken direğini ve bizzat yelkeni ortadan kaldırmak için tasarlanmış top güllesi.
palanga: küçük kale
paluze: beyaz, dolgun ve titrek.
pereme: [esk.] gondola benzeyen bir kayık.
perest: Tapan, tapınan, taparcasına seven.
perişanî: küçük görevlilerin giydikleri bir tür kavuk.
perükar: berber
perver: "Besleyen, yetiştiren, velinimet, koruyan" mânâsında birleşik kelimeler yapılır.
râviyân-ı ahbar: haberleri rivayet edenler.
râvi: rivayet eden, insanlara haberleri,hadisleri nakleden, söyleyen, anlatan kişi.
reis-ül küttab: xvii. yüzyıla değin padişah divanı yazmanlarının başı, bundan sonra 1835'e değin bugünkü dışişleri bakanı dengi olan, bu mevkideki kişinin adı.
rihtegân: [tarih] top döken sanatkârlar.
rivâyet-i mevsûka: sağlam, inanılır, güvenilir rivayet.
ruznamçe: Osmanlı Devleti'nde defterdarlıkta günlük hadiselerin yazıldığı küçük defter.
rüyet: [esk.] Görme.
sah: [esk.] bir şeyin doğru olduğunu belirtmek için yapılan işaret.
Sağ Garipler: Savaşlarda sağ taraftan hücum ederek düşmanı çembere almaya yardımcı olan bölük.
Salis: üçüncü
sanem: put
sanemperver: putperest
sütre: Savaşta düşmandan saklanmak için gizlenilen sed; setretmeye yarayan duvar, hendek.
sofyan: türk müziğinde bir küçük usûl. (bkz: nim sofyan)
tarih: tarih kitabı.
tashif: Yanılarak yanlış kelime yazma; yazı yazarken kelimeyi yanlış yazma. Tashîf, hem mânâyı, hem de kelimeyi değiştirmek, tahrif ise kelimeyi değiştirip mânâya dokunmamaktır.
telhisci: sadrazam tarafından padişaha sunulacakları kısaltmakla görevli kimse.
tizap: kezzap.
vardiyan: Tersanelerde tutuklular için yapılan yer, zindan.
Yakubî: Jakoben
zayiçe: Yıldızların, belli bir zamandaki yerlerini, durumlarını gösteren çizelge.
zeker: [esk.] Erkeklik organı.
zerduva: kadife
zevali saat: Güneşin en tepede bulunduğu anı 12:00 olarak kabul eden saat.
zıbık: Yapay erkeklik organı
AMAT
Anar tarafından anlatıya katılan bir diğer parodik unsur da Nuh’un oğullarının isimleri yerine kızlarının isimlerini yazmasıdır. Metinde Nuh’un bu durumu şöyle anlatılır: “Oğullarından hiç bahsetmeyeyim. Ama kızlarının adları Haşure, Seyyide ve Mecure” (205). Özellikle Tevrat’ta, peygamberlerin soy ağacı verilirken sadece erkeklerin isimleri yazılır ve Nuh’un hayatı anlatılırken de oğullarının isimleri Ham, Sam ve Yafet yazar ve kızı olduğundan bahsedilmez (Yaratılış 6: 10). Son olarak da, tanrı Nuh’tan günahsız insanları gemisine almasını ister ancak Amat mürettebatının tamamı hayatında en az bir büyük günah işlemiş olan kişilerden oluşur (Özdemir 389). Bu durum yine anlatıyı tersine çeviren unsurlardan biridir. Anar, böylelikle karnavalda olduğu gibi tanrı yerine şeytanı, erkek yerine kadını ve günahsızlar yerine günahkar insanları hikayeye koyarak anlatıda kutsal ve yüce olan her şeyi tersine çevirerek sunmuştur.
(Kaynak: İHSAN OKTAY ANAR’IN ROMANLARINDA “KARNAVAL”IN İZLERİ Yüksek Lisans Tezi MESUT KOÇYİĞİT)
Ayın Konakları/Menzilleri: Aya gelince, ona konak konak ölçü biçmişizdir. O güneş gibi istikrarlı bir şekilde akıp gitmez. Ona birtakım konaklar ve her konaklamaya göre bir ölçü tayin etmişizdir. Gezegendir, her gün bir konak yerine gelir, her konağa göre bir şekilde görünür. Araplar, ayın konaklarını şunlarla saymışlardır [28 adet]: Şarteyn (şertan), buleyn (butayn), süreyye (süreyya), deberan, hek'a, hen'a, zira', nesre, tarf, cebhe, zübre, sarfe, avva, simâk, gafir, zubânâ, iklîl, kalb, şevle, neâim, belde, sa'düzzâbih, sa'dübüla', sa'düssüud, sa'dül'ahbiye fer'uddelvil, muahhar, reşa. Bunlardan her gece bir konağa konar da geleceğe kadar nuru (aydınlığı) arta arta, sonra da eksile eksile son konakta -ki kavuşumdan öncedir- iyice incelir, kavislenir. Nihayet dönüp eski urcun gibi olana kadar.
"Cehennem"in katları
-1 Cehennem
-2 Saîr
-3 Cahîm
-4 Sakar
-5 Hutame
-6 Lezâ
-7 Hâviye
-1 Cehennem
-2 Saîr
-3 Cahîm
-4 Sakar
-5 Hutame
-6 Lezâ
-7 Hâviye
Aborda: Bir teknenin diğerine veya bir iskeleye yanaşması
Açevela: 1. Serenlerin aşırılabildiği kadar prasya edilmesi 2. Bir yere asılan veya çekilen veya su üzerinde yüzdürülerek getirilen herhangi bir cismin bir yere çarpmaması veya kendine yakın bir cisimle çarpışmaması için yapılan bir donanım (Açevele tutmak)
Açevele Gönderi: Açevele işlemini yapmakta kullanılan gönder
Âhâr: Eskiden üretilmiş olan kağıtların hem gözenekleri aşırı büyüktü (dolayısıyla mürekkep dağılırdı) hem de dayanıklı değillerdi. Bu nedenle kağıdın yüzeyine ahar denilen ve pirinç unu, kitre, tutkal, ayva çekirdeği, nişasta, yumurta akı gibi maddelerin karışımı olan bir bulamaç sürülürdü (ama bazen karıştırılmadan sıra ile sürüldüğü de olurdu). Dolayısıyla da bu işe aharlama denilirdi.
Alabanda: 1)Tekne Borda kaplamalarının, levhalarının iç yüzeyleri
2)Dümenin 35° ye kadar bir tarafa basilması.
3)Yeke ucunun borda iç yüzeyini gösterecek kadar çevrilmesi. [İskele/Sancak alabanda]
Alarga: Sahilde bulunmayan, açıkta bekleyen. [Alargada bekle]
Alesta: Hazır olmak
Alesta Tramola: Yelkenle seyirde rüzgarın bir kontradan diğer kontraya önce pruvanın geçmesi ile yapılan dönüş
Allah manda şifalığı versin: (teklifsiz konuşmada) Çok veya ağır yemek yiyenler için söylenen bir söz.
Almanak: Ay ve güneş tutulması, gece gündüz uzunluğu, hava tahminleri gibi bilgilerin yanı sıra yıldız falı, yemek tarifleri, sağlık bilgileri vb. gibi pratik bilgileri topluca veren, genellikle kitap halinde basılmış takvim.
Anele: (İtal. anello < Lat.) Rıhtımlarda, gemi ve şamandıralarda zincir veya halat bağlamak gibi işler için kullanılan hareket hâlindeki demir halka [Sâbit olanlarına mapa denir].
Apazlama: Kemere istikametinden gelen bordaya dik olarak esen rüzgar. Bu rüzgarı kullanarak seyretmeye apazlama seyir denir.
Ariva: Yelkenli gemilerde “yukarı çık, tırman” anlamında emir.
Arya/Ariya: Yelkenin, sancağın veya çubukların aşağıya indirilmesi [Arya sancak, arya kürek]
Arkebüz: Tüfeğe benzer çakmaklı silah
Arma: Bir gemide güverteden yukarıda bulunan direkler, serenler, yelkenler ve bunların üzerindeki ip ve halatlardan ibâret donanım.
Armadora: Selviçeleri bağlamak üzere alabandalara konulan ağaç veya demirden yapılmış yerler.
Armadura: Gemide direklere takılı halatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha
Avara: Gemi, bot veya teknenin yanaşmış olduğu yerden ayrılması
Avurt: Yanakların iç tarafındaki boşluk
Aynalık: Geminin kıç tarafında, üzerinde isminin kayıtlı bulunduğu limanın adı yazılı olan düz veya yuvarlakça kısım.
Ayvaz: Gemilerde hekim yardımcılığı ve eskiden savaş gemilerinde cerrah yamaklığı yapan kimse.
Babafingo: Direklerin güverteden itibaren üçüncü çubuğudur
Baçak: Kılıçların tutağındaki demir siperlik.
Badarna etmek: Denizcilikte, bir halatın aşınmaması için üstünün halat veya koruyucu bir malzeme ile sarılması.
Badarna (Baderna): (İtal. baderna) Bir halatın fazla sürtünen kısımlarına aşınmasını önlemek için sarılan bez veya hasırdan sargı.
Baderna etmek: Halatı sürtünen kısmının aşınmaması için bez veya hasırla sarmak.
Badhani: Yelkenci
Balçak: Kılıç kabzasına eli muhâfaza etmek için yapılan demir siper.
Banlamak: Yüksek sesle bağırmak
Barata: Kırmızı çuhadan yapılmış, ucu kıvrık, uzunca başlık.
Barbut: Bardak vasıtasıyla atılan zar oyunu
Baston: Ana cıvadranın üzerinde ileriye doğu uzatılmış çubuk
Baş Bodoslama : Omurganın baş tarafından teknenin başını meydana getirmek için yukarı yöne doğru konulan ağaç parçası.
Başporsun : Gemilerde görevli en kıdemli porsun astsubayı.
Baştarde : Osmanlı donanmasında filo komutanlarının gemisidir. Çektiriden farkı, filo komutanlarının filoyu denetlediği yüksekçe bir yerin varlığıdır.
Başüstü: 1. Bir botun baştarafında oturabilecek ve ayakta durulabilecek platform
2.Gemi ana güvertesinin gemi pruvasında kalan kısmı
3. Geminin ön bölümünde çapanın bulunduğu yer
3. Geminin ön bölümünde çapanın bulunduğu yer
Bezirgan: Tüccar
Bodoslama: 1. Gemi omurgasının baş ve kıç tarafının su seviyesinden yukarıya doğru kıvrılan kısmı, bu kısımdaki ağaç veya demir direklerin her biri.
2. Cephe, ön taraf: “Bodoslamadan çarptı.”
Bonaventure direği: Kıç kasarada kullanılan Latin ya da kare yelkenli direk.
Borda: Geminin su kesiminden yukarıda kalan dış kısmı.
Brago: Yelkenli gemilerde, pruva direğinin tirinket yelkeni ile grandi direğinin mayistra yelkeninin serenlerine bağlı prasya tornosuna verilen ad.
Borda: Geminin su kesiminden yukarıda kalan dış kısmı.
Brago: Yelkenli gemilerde, pruva direğinin tirinket yelkeni ile grandi direğinin mayistra yelkeninin serenlerine bağlı prasya tornosuna verilen ad.
Branda : Eskiden yelken yapılan bir cins kumaş yada kumaştan yapılan ve gemicilerin hamak olarak kullandıkları yatak.
Brik: İki direkli iki palangalı tam serenli ve arması kabasorta donanımlı yelkenli tekne.
Broş atmak: Bir yelkenli teknenin, rüzgâr pupadan veya kıç omuzluktan gelirken rüzgâra doğru dönme isteği. Bu istek tekneyi bir anda rüzgâra çevirerek tehlikeli bir pozisyona girmesine neden olabilir.
Bucurgat: Ağır cisimleri çeken manivela ile döndürülerek çekilen urgan veya zincirin üzerine sarıldığı dolaptır. Balıkçılıkta yardımcı işçilere de denir.
Burgata: Halat ve zincir ebadını ölçmek için kullanılan bir ölçü 2,54 cm Bitkisel halatlarda çevre, çelik tel halatlarda çap ölçüsü.
Camadan: Camadan vurmak. Yelken alanının küçültülmesi. Klasik (direğe çekilen) ana yelken, bocurum, vb.lerde yelkenin indirilerek birinci (ikinci, üçüncü..) camadan matafyonlarından bumbaya camadan bağı ile bağlanması. Sarmalı yelkenlerde yelkeni kısmen açarak alan küçültmek.
Canfes : Üzerinde desen bulunmayan, ince dokunmuş, parlak, ipekli kumaş
Cırgına (Cırgana): Kırılan bir direk veya serenin yanlarına ağaçlar koyarak birbirine irtibatladıktan sonra birkaç yerinden halatla sarıp kuvvetlendirmek
Civadra: Yelkenli teknelerde teknenin baş bodoslamasının hemen üzerinden dışarıya doğru eğik olarak uzatılan ve pruva direği ile çubuklarının bağlandığı, üzerine flok yelkenlerinin açıldığı sabit seren, bumba, çubuk. Ana civadra, Baston ve Kontra baston parçalarından oluşur.
Çunda: yatay serenlerin her iki başları, uç kısımları
Çakşır: Erkeklerin giydiği, beli uçkurlarla büzülerek bağlanan, ön ve arkası çok bol, paçaları topuklardan yukarda ve dar olan şalvar.
Çalım: (İng. Rake, Ribband line) 1) Gemilerde baş bodoslamanın omurga ile ve gemi üst yapılarının yatay düzlem ile yaptığı açı. 2) Geminin su kesiminin altında kalan kısmının baş ve kıç bodoslamaya göre darlaşması, Baş tarafa doğru olan darlaşmaya çalım, kıç tarafa doğru olan darlaşmaya kuruz denir.
Çanaklık: Gemi direklerinin üstünde, çanak biçiminde, etrafı delikli gözetleme yeri.
Çarmık: Denizcilikte direklerin her iki bordaya bağlanabilmesi için gerilmiş tel halatlar.
Çekeleve: İki kısa direkli, yelkenli ve hızlı giden nakliye gemileri
Çektiri: Kürekle hareket eden gemilere verilen isim.
Çiroz: Yumurtalarını atarak zayıflamış uskumru balığı; bu balığın temizlendikten sonra tuzlanıp kurutulmasıyla yapılan yiyecek.
Dehliz: Üstü kapalı, dar ve uzun geçit, koridor.
Demir taramak: Gemi, rüzgâr veya akıntı yüzünden çıpasını sürümek.
Destar: Sarık.
Destemora: Bir direğin üzerindeki çubuğu yerinde sabit tutmak için direğin zıvanasına geçirilen, ağaç veya demirden yapılmış iki delikli çember, Direğin ucuna takılan, içinden bu direğin üstüne basılan ikinci bir direk veya çubuğun geçirildiği tahta parça.
Dıraverç (Tıraverse) yapmak: Geminin bir limana girmeden liman önünde ve seyir halinde bulunması. Limanın girişe kapalı bulunması veya hava koşulları sahile doğru gitmeye elverişli olmadığında gemilerin demirlemeden açıkta seyir etmesi.
Dikme: Yük kaldırmak için kullanılan seren, düşey taşıyıcı direk, bumba.
Dilharap: Gönlü yıkılmış, gönlü kırılmış.
Dirisa (Dirise): Bir taraftan bir tarafa dönme, yön değiştirme.
Dirisa etmek: 1. Bir şeyin yönünü değiştirmek.
2. (Rüzgâr) Estiği yönü değiştirmek.)
2. (Rüzgâr) Estiği yönü değiştirmek.)
Disculpe : (İsp.) Afedersiniz, pardon!
Dolama: Elbise üstüne giyilen, önü açık üst giyeceği; eskiden özellikle yeniçeri ve bâzı saray görevlilerinin, iç oğlanlarının giydikleri, belden çizgili bir kuşakla tutturulan, önü açık, kolları bol, kol ağızları daha dar, çuha, çatma veya kemhâdan bir nevi cübbe [Yeniçeriler, dolamanın ön eteklerini kaldırıp bellerindeki kuşağa sokarlardı]
Eftamintokofti: Kuyruklu yalan.
Emyâl: Miller
Eskiv: (Fr. ésquive) Çevik beden hareketiyle bir darbeden kaçınma.
Esedî: Üzerinde arslan resmi bulunan madeni para
Eskadron: (İng. squadron) Süvari bölüğü
Eskiv Yapmak: Tekmeden veya yumruktan bir an için başı geriye veya aşağıya yatırarak kaçmak.
Faça Etmek: Serenleri başa veya geriye doğru çevirerek yelkenleri sarmak, seren yelkenlerin bir taraftan prasya olduğu halde kapatılması
Falya Tavası: Topları ateşlemek için ağızotunun konulduğu yer
Fırkateyn: Güvertesinde top ambarı bulunan üç direkli ahşap harp gemisi. Boyları 30-36 m. civarında olup, oldukça hızlıdırlar.
Filador: Çarmıhların gerilmesi için kullanılan sistem
Flandra: Flandralar, Türk bahriyesinde gemilerin komutanı subay olduğu zaman tek direkli gemilerde pruva direğine, çift direkli gemilerde grandi direğine çekilen kırmızı şaliden yapılmış ve uçkurluk tarafında ay yıldız bulunan bayraktır. Savaş gemilerini, ticaret gemilerinden ayırır ve uçkurluk bölümü dar, şerit biçimindedir.
Foga Maytabı: Barut tipi bir maddeyle kaplı demir ateş çubuğu
Fora: Açmak, çözmek.
Foravele: Sarılı bulunan ve yağmurdan ıslanmış bulunan yelkenleri kurutmak maksadıyla açmak için verilen komut
Fors: Gemide fors sahibi bir makamın bulunduğunu belirten üzerinde yıldız veya şekillerin bulunduğu bayrak şeklindeki alamet. Forslar gemilerde, tek direkli ise pruva, çift direkli ise grandi direğinin şapkasına toka edilir.
Frengi deliği: (İng. Scupper Hole) Kapalı güverte teknelerde bordalardan suyun tahliyesi için güverte hizasında bulunan delikler. (Şekil.1)
Şekil 1. Frengi deliği
Şekil 1. Frengi deliği
Fundo (Funda): Demirlemek için verilen komut
Gabya: Geminin grandi denen büyük orta direğinin, ana direk denen alt kısmı ile babafingo denen üst kısmı arasında kalan ortadaki bölümüne verilen isim
Gabyar/Gabyer: 1. Gabyadan sorumlu denizci
2.Yelken gemilerinde yelken, seren, arma ve bunlara ait her türlü işleri yapan personele verilen isim
Gaga : Demirin iki ucundaki tırnakların en uç kısmı
Garot : İdam yerine, yavaş yavaş boğarak gerçekleştirilen ölüm cezası
Gomina: 185 metreye tekabül eden uzunluk
Grandi Direği : Gemilerin baştan ikinci direği
Griva : 1. (İtal. grua) Geminin sancak ve iskele baş omuzluğundan dışarıya doğru uzanan ve gemi çapasını kaldırıp indirmeye yarayan demir veya ahşap çubuk
2. Demirin kullanımından önce, demiri griva babasına çekmek ve bağlamak için kullanılan palanga
Güherçile : Barutun hammaddesi.
Hârâ : At üretme çiftliği
Harbi: (Ar. ḥarbe’den ḥarbi)
1. Ateşli silâhları temizlemeye yarayan mâdenî çubuk.
2. Eskiden ağızdan dolma tüfek ve tabanca namlularına barut koyup bastırmakta kullanılan demir çubuk, harbe
Hassa : İnsan ve hayvanlarda dış dünyâdan gelen etkileri bunlara mahsus organlar aracılığıyle idrak etme yeteneği, duyu
Hayâlî: Hayal oyunu oynatan sanatkâr, Karagözcü, hayalci.
Hisa Etmek: Bir şeyi yukarı kaldırmak. [hisa sancak, hisa kürek]
Hûb : Farsçada güzel
Humbara : Demirden veya tunçtan dökülmüş, içi boş ve yuvarlak olarak yapılan ve içine patlayıcı madde konularak düşmana el ile ya da toplarla ve havanlarla atılan bomba.
Hurc : Meşinden veya çadır bezi gibi şeylerden yapılmış büyük heybe ve sandık.
Hülle: (Ar. ḥulle) Şer’an (talâk-ı selâse ile) boşanmış bir kadının, kendisini boşayan eski kocasıyla tekrar evlenebilmesinin helâl olması için bir başka erkekle gerçekten nikâhlanması ve daha sonra boşanması usûlü. İslâm'ın hükümlerine göre, meşrû bir hüllenin şartları şunlardır:
1) Bir defada veya ayrı zamanlarda üç kere boşanan kadın iddetini tamamlayacak.
2) Bundan sonra, başka bir erkekle, sahih nikâhla evlenecek.
3) Evlendiği ikinci kocasıyla zifaf meydana gelecek.
4) Ölüm veya boşama suretiyle bu ikinci evlilik sona ermiş bulunacak.
5) Kadın, ikinci kocadan olan iddetini tamamlamış olacak.
Ancak bu şartlar yerine geldikten sonra bir erkeğin üç defa boşadığı karısıyla yeniden evlenmesi mümkündür.
Hülleci: Hülle yapmakta kendinden faydalanılan üçüncü şahıs, boşanmış kadının geçici olarak kendisiyle evlendirildiği kimse. [kiralık teke]
In vino veritas : Gerçek şaraptadır (Latin atasözü)
Irgat: Ağır şeyleri ve gemi demirlerini kaldırıp çekmeye yarayan, birkaç kişi tarafından çevrilen bocurgat.
Irmık halatı: Rüzgar kaldığı zamanlarda yelken gemilerinin kendilerini çektirmek için çekici filikaya verdikleri halat.
Iskança (Iskanca, İskança): (İtal. scanza) Bir gemide tayfaların nöbet, vardiya veya kürek değiştirmesi işi ve zamânı. Iskança etmek: (Tayfalar) Nöbet değiştirmek.
Iskarmoz: Kürekli teknelerde küreğin bağlanması veya oturması için ay veya çubuk şeklindeki metal veya ahşap malzeme.
Iskarpela: Tahta, metal ya da taşı işlemeye yarayan çelik araç.
Iskota/İskota: Yelkenleri rüzgar ile doldurmak ve/veya yön değiştirmek açı vermek için kullanılan halat palanga donanımı.
İddet: (Ar. ‘iddet) Boşanma veya ölüm yoluyle kocasından ayrılan kadının tekrar evlenebilmesi için beklemesi gereken süre.
İğdiş etmek : Hadım etmek
İki rahmetten biri: Ağır hasta olan birisi için "ya şifa, ya ölüm" anlamında kullanılır.
İskandil: Denizin derinliğini ölçmeye yarayan cihaz.
İskandil Kurşunu: İskandil savlolarının bağlandığı ağırlık.
İstimna: El ile tatmin olma
İstinga: Yelkenleri toplamak için kullanılan hareketli donanım.
İstinga Etmek: Yelkenleri toplamak
İstralya (İstiralya): Direk ve çubukların cundalarında baş ve kıça doğru inen sabit arma, veya teknelerin postalarını baştan kıça kadar birbirlerine bağlayan kuşak
Kalafat: Kaplama ve güverte döşeme tahtalarının armozlarına (tahta aralarındaki çizgiler) üstüpü sıkıştırdıktan sonra üzerlerini ziftle doldurma işlemi
Kampana: Zil, çan
Kapela (Kapele): (İtal. cappello, İng. Truck)
Gemi direklerinin tepesine konan, bayrak ve işâret flamalarının bağlandığı, çevresi delikli ahşap şapka, direk şapkası
[Truck: A truck is a wooden ball, disk, or bun-shaped cap at the top of a mast, with holes in it through which flag halyards are passed.]
Kapela etmek (İng. to cap): Sabit arma kasalarının kapeleye geçirilmesi, yerine takmak, koymak.
Karabina: Kırılmalı piyade tüfeği
Karaka: İki sıra topu olan gemiler. (Carrack)
Karakullukçu: Kıdemsiz kapıkulu askeri
Karavana: 1. Genellikle askerlere yemek dağıtmak için kullanılan, kenarları dik, derince bakır kap.
2. Hedefin dışına yapılan isâbetsiz atış.
Karina: Bir teknenin su altında kalan ıslak dış kısmı.
Kasara: Teknelerin baş, orta ve kıç kısımlarında güverteden daha yüksek olan güverteleri veya kısımları
Kasavele: Gemi yelken ve tenteleri ile personele ait çamaşırların kurutulması için pruva gönderi ile geri tarafındaki bir yere gerilen halat.
Kastanyola: Demir zinciri akarken, suga ederek durdurabilmek için ırgat etrafına konan demir veya çelik şerit çember (bir çeşit fren balatası).
Kav: Kav mantarlarından kurutularak elde edilen, çabuk tutuşan, süngerimsi madde.
Kavanço: Herhangi bir şeyi bir taraftan diğer tarafa geçirmek veya aşırmak veya bir yerden diğer bir yere aktarmak.
Kavanço etmek: (Bir işi veya bir kimseyi) Başkasının başına sarmak
Kavela (kavalye, kavilya, kavila): Halat dikişi için halat ucundaki kolları açmaya ve düğüm çözmeye yarayan, ayrıca geçici bir tutacak olarak da kullanılabilen, kama şekilli bir denizci aracıdır.
Kaygusuz: (Sırr-ı Fenafillah) Tütün veya duman.
Kemere: Güvertenin döşenebilmesi için posta uçlarını birleştiren enine (omurgaya dik) konan kısımlar. (Şekil 2)
Kerkmek: Sapık amaçla birisinin arkasına değmek, sürtünmek.
Kerte: Bir dairenin 32'de biridir. (11,25 derece)
Kıyam: Ayağa kalkma, ayakta durma
Kilitbahir: (Denizin Kilidi) Fatih Sultan Mehmet, İstanbul Boğazı’na Rumeli Hisarı’nı yaptırarak Karadeniz ile Marmara Denizi arasındaki deniz seyrü seferlerini kontrol altına aldığı gibi Çanakkale Boğazı’nın en dar yerine de karşılıklı iki kale yaptırmıştır. Anadolu yakasında Kale-i Sultaniye (Çimenlik Kalesi), Avrupa yakasında ise Kilitbahir Kalesi bulunmaktadır.
Kıranta: Oturaklı, gösterişli, bakımlı
Kolombir: (İng. Masthead) Direkte çarmıkların kapele olduğu yer ile, destemora ya da direk şapkası arasında kalan kısım. Direk başı ile direk donanımı arasında kalan kısım, direk kolombir payı. Ana direğinkine Ana kolombiri. Gabya çubuğunkine Gabya kolombiri, babafingo çubuğununkine Babafingo kolombiri denir.
Kolomborne: bir tür uzun namlulu kaval top
Konç: Ayakkabı veya botlarda ayak bileğinden dize doğru yükselen uzantıya verilen isim.
Kuburluk: Eyere ya da binicinin bacaklarının gerisine asılan, kumanya, silah ve barut taşımaya yarayan deri çantalardan her biri.
Kuruz: 1. Gemi teknesinin kıçta ve su kesiminin altında yaptığı inhina. (Eng. Tuck)
2. Halatın bedeni üzerinde bir daire çizmesi ile hasıl olan şekil. (Eng. Loop)
Kuzine: Gemilerde mutfak
Künder: Gönder
Küpeşte: Rüzgarlı ve denizli havalarda denizlerin güverteye girmemesi için bordaların ana güverteden yukarı doğru uzatılmasıyla meydana gelen ve geminin etrafını kısmen kuşatan güverte üstündeki borda kaplaması.
Küpleme: Karında su birikmesi sebebiyle olan, şişmeyle beliren hastalık
Lakerda: Palamut, torik, sivri vb. balıklardan dilim dilim kesilerek yapılan salamura
Laşka: Gevşek
Lava: (İng. Pull, Hoist away) 1. Çek, boş al. 2. Bir yere yanaşacak bir teknenin kürek çekmeden, elle tanaşılacak yer tutulmak suretiyle yanaştırılması için verilen komut.
Lava Etmek: Boşunu almak ve germek.
Lava İskota: Yelkenle yapılan seyirlerde teknenin daha fazla orsalaması için rüzgaraltı iskotasının çekilmesi için verilen komut.
Lenger: Yayvan ve kenarları geniş büyük bakır kap
Loça: Demir zincirinin akması ve demir bedeninin yerleşmesi için baş tarafta açılmış madeni oluk.
Lombar: Gemi toplarının atış yaptıkları dışarıya açılan kapaklı kısımları
Lostromo: Ticaret gemilerinde baş tayfa
Mahmuz: binilen hayvanın hızını artırmak için çizmenin ökçesine takılan demirden yapılmış alet.
Mandar: (Yun. mantari) Gemilerde kullanılan küçük makara, küçük palanga, çördek
Mantilya: Serenleri direk ve çubuklara asmak ve serenleri güverteye paralel tutmak için seren cundalarından direğe alınan halatlar. Bulundukları direk ve çubukların isimleri ile anılırlar.
Mapa: Sabit Halka
Marinel: usta denizci
Marsipet (Marsepet, Marsapat): İngilizcesi Foot rope. Foot rope horse
1)Genellikle denizcilikte kullanılan bir bağ çeşididir.
2)Seren ya da bastonların altlarında bulunan doblin halatlara denir. Gemiciler bu halatlara basarak yelken işlerini yaparlar (Doblin: Bir halatın iki çıması (ucu) arasındaki sarkık kısım).
3) "Small wooden pieces between the ropes of pilot lader" —Şeytan çarmığı halatları arasına konulan küçük ağaç parçalar (Şeytan çarmığı: ip merdiven).
4)Serenlerin cunda kısımlarından alınarak hamaylısına donatılan ve yelkenlerin sarılmaları esnasında gabyerlerin ayaklarını bastıkları halatlardır. Basadora da denilir. (Şekil 3-5)
1)Genellikle denizcilikte kullanılan bir bağ çeşididir.
2)Seren ya da bastonların altlarında bulunan doblin halatlara denir. Gemiciler bu halatlara basarak yelken işlerini yaparlar (Doblin: Bir halatın iki çıması (ucu) arasındaki sarkık kısım).
3) "Small wooden pieces between the ropes of pilot lader" —Şeytan çarmığı halatları arasına konulan küçük ağaç parçalar (Şeytan çarmığı: ip merdiven).
4)Serenlerin cunda kısımlarından alınarak hamaylısına donatılan ve yelkenlerin sarılmaları esnasında gabyerlerin ayaklarını bastıkları halatlardır. Basadora da denilir. (Şekil 3-5)
Şekil 3. Bir denizci marsipet üzerinde yürüyüp yelken işlerini yaparken
Şekil 5. Örnek bir marsipet daha
Matafora: Teknelerde veya sahilde filika veya botların asılabilmesi için uçlarında palanga bulunan aygıt, vinç.
Mayıstıra (Mayıstra, Mayıştıra): Grandi ana direği üzerine açılan kare yelken.
Mayıstra Yelkeni: Mayıstra sereni üzerine açılan büyük kare yelken.
Mayna etmek: Ağır ağır indirmek, fora zıttı.
Mazgal: Kale, hisar veya sur duvarlarında açılan iç yanı geniş, dış yanı dar gözleme siperi
Meç: Namlusu düz, ensiz ve sivri koruyucu bir kabzası olan bir çeşit kılıç.
Meşin: Ham koyun derilerinin çeşitli yollarla sepilemek sonucu elde edilen, doğal renkte ya da boyanmış ince yumuşak elastik deri.
Minkale: Harita üzerinde açı ölçmeye yarayan şeffaf alet, iletki.
Miço: Gemide tayfadan sonra gelen, ayak işlerine bakan kişi.
Miklep: Ciltli kitapların sol cilt kapağında bulunan ve okunmakta olan yeri belli eden, ucu üçgenimsi, katlanabilir parça.
Miyâma: Kare yelkenlerin serenine bağlanan miyama yakalarını sağlamlaştırmak için yelken bezi üzerine dikilen ensiz bez.
Mizana Direği: 3 direkli bir yelkenli gemide en kıçtaki direk
Morile Etmek: Babaya birkaç kere volta edilmiş halatın boşaltılması için voltalarının teker teker işletilerek gevşetilmesi.
Muhabbet tellâlı: Pezevenk
Muylu: (< muy+lu, Ar. muḫl “manivela”dan) Bir şeyin etrâfında döndüğü mil: “Top muylusu.”
Muvazî:
1. Aynı nitelik ve özelliklere sâhip olan, benzer, denk, eş, mümâsil.
2. Koşut, paralel.
Mücef: 1. İçi boş olan, boşalmış veya boşaltılmış, oyuk (şey).
2. Topların namluları içindeki boşluk, namlu boşluğu.
Mürdesenk: Doğal kurşun oksit.
Müsademe: Bir geminin seyir halinde iken diğer bir gemiye çarpması
Müsademe paleti: (İng. Collision mat) Muhtelif sebeplerle gemi bordasında, su kesimi yakınında veya alt tarafında açılan delikleri geçici olarak kapatmak ve suyun içeriye girmesini azaltmak maksadıyla kullanılan ve karina zinciri vasıtasıyla yara üzerine getirilen bir tarafı tüylü kare şeklindeki palet. Modern gemilerde yara paletleri pek kullanılmamaktadır.
Mütebahhir: (Ar. tebahhur “ilim vb.inde derinleşmek”ten mutebahhir) Bir ilim dalında engin bilgiye sâhip bulunan, o dalın gerçek uzmanı olan (âlim)
2. (Ar. tebahhur “buharlaşmak”tan mutebahhir) Buhar hâline gelen, buharlaşan.
Nahs: 1. Uğursuzluk, yümünsüzlük. 2. Bahtsız, uğursuz.
Nalın: Islak yerlerde giyilen takunya çeşidi.
Namlu: (< Yun. lamni “bıçak ağzı”) Tüfek, tabanca, bıçak, kılıç, kasatura vb. silâhların mermi atma veya kesme işini gören uzun demir kısmı (Şekil 6)
Navarin: Günümüde Pilos olarak bilinen, Yunanistan’da bir yerleşim yeri.
Neft yağı: Çoğunlukla boyacılıkta kullanılan, petrol türevlerinden bir çeşit mineral yağ
Neta: Muntazam, düzgün, tertipli, emniyetli anlamlarında
Omuzluk (Baş, Kıç) : 1. Borda kaplamalarının baş ve kıç bodoslamalara doğru eğimlenmeye başladığı yer ile bodoslamalar arasında kalan kısım.
2. Teknenin baş ve kıç tarafında sancak ve iskele tarafında 45 derecelik nisbi açı içindeki bölüm veya yön.
Orsa: Yelkenleri mümkün olduğunca rüzgar yönüne yaklaştırarak seyretmek.
Orsalamak: Teknenin burnunun (başının) rüzgâr üstüne doğru döndürülmesi işlemi.
Orsasına Seyretmek: Seyir istikametinin rüzgarın estiği tarafa doğru olması.
Orsaya Kaçmak (İng. Weather Helm): Bir yelkenli teknenin devamlı olarak baş tutamayip rüzgar üstüne dönmesidir.
Paçamora: Gemicilerin, peksimet kırıklarını bir kap içinde ıslatıp, üzerine yağda kavrulmuş soğan dökerek yaptıkları bir tür yemek.
Paçavra: Eskimiş kumaş ya da bez.
Palador: (İng. Temporary beam) Postaları yerinde tutabilmek için sancak ve iskeledeki karşılıklı postalar arasına vurulan geçici kemere, ariyet kemere.
Palamar: Gemilerin rıhtıma veya iskeleye bağlanmasında kullanılan 8 burgatadan daha kalın halatlar.
Palanga: Bir halat ve en az iki makaradan oluşan kaldırma mekanizması
Palankete: birbirine zincirle bağlı iki gülleden oluşan, eski deniz savaşlarında yelken direğini ve bizzat yelkeni ortadan kaldırmak için tasarlanmış top güllesi. ikisi bir top namlusuna yerleştirerek ateşlenir.
Palaserte: Ana direklerle çarmıklar arasındaki açıyı büyültmek ve küpeşteleri serbest bırakmak için direkler hizasında bordalardan dışarıya doğru uzatılmış ve bordalara sağlamca bağlanmış ağaç kütükler.
Palavra Güvertesi: Eskiden harp gemilerinde topların bulunduğu güverte
Parakete: Gemi hızını ve aldığı yolun miktarını gösteren cihaz. Gemi teknesinden elle veya sabit bir delikten sarkıtılan parakete, tekne altında akan suyun hızına bağlı olarak çalışır.
Pasa Etmek: Denizcilikte zor hava şartlarındaki ya da tehlikedeki bir tekneden, tekneyi hafifletmek için yük atılması anlamına gelir.
Pasaparola: Bir emrin gemi içinde veya filo dahilinde ihtiyaç duyulan gemilere çeşitli vasıtalar ile tebliğ edilmesi. Bu husus silistre çalmak ve sonrasında yüksekce seslenmek, megafonla bağırmak, simafor ile işaret vermek yolu ile yapılır.
Payzen: Hapsedilmiş
Perdah: Yüzey düzgünleştirme eylemi, pürüzsüzlük, cilalama
Piştov : Tabancanın atası sayılabilecek ilk ateşli ,kısa namlulu tek atışlık silah. Namludan özel bir araçla önce barut doldurulurdu ve bu barutun üzerine bir paçavra konularak sıkıştırılırdı. Barut bildiğimiz baruta benzemezdi, son derece yoğun duman çıkaran ve itme kuvveti şimdikilere oranla çok düşük olan kara baruttu sıkıştırılmış barutun üzerine mermi çekirdeği görevi görecek olan küre şeklinde kurşun bilye konulur ve bu bilye üzerine de paçavra konularak sıkıştırılırdı. Ateşleme düzeneği ise horozunda çakmak taşı bulunan bir mekanizmadan ibaretti. Tetik çekilince horozdaki çakmak taşı barutun bulunduğu çelik yuvaya hızla çarpar ve kıvılcım çıkarırdı. Bu kıvılcım barutu ateşler, meydana gelen itme gücü ise kurşun bilyeyi fırlatırdı. Tabi bu silahlarda yiv ve setler olmadığı için doğru
nişan almak hemen hemen imkansızdı.
Planya: Tahtaları ve yüzeyleri üzerindeki pürüzleri alarak düz hâle getirmeye yarayan, üstünde bir sapı bulunan uzun marangoz rendesi.
Porsun: Bir gemide güverte işlerini idare eden ve filikalar ile demir ve güverte donanımından sorumlu kişi
Portolan (Portolon, Portollano): Bir limanın veya herhangi bir koyun büyük ölçekte yapılmış haritaları.
Posta: Üzerine kaplama tahtalarının [veya saçların] bağlandığı ağaç veya maden eğriler [kaburga]
Prasya: Yelkenleri rüzgarın estiği tarafa çevirebilmek için yelkenlerin açıldığı serenlerin cundalarından (uçlarından) donatılan hareketli halatlar. Donatıldıkları serenleri isimleri ile anılırlar.
Pruva: Bir teknenin ön tarafı ileri istikameti.
Pruva Direği: Birden çok direkli teknede baştan birinci direk
Pulatka: Tayfalara sezon başında verilen bir tür avans.
Pupa: Bir teknenin kıç tarafından geri istikameti.
Puta: Yerine koymak, donatmak (puta kürek).
Rahne: Gemilerin bordalarında veya su kesimlerinin altında mermi ve top isabetiyle açılan delikler
Rampa Etmek: İki geminin birbirine veya bir geminin iskeleye yanaşıp bitişmesi.
Randa Yelkeni: Bir yelkenli geminin en geride bulunan yan yelkeni.
Raspa: Kabaran boyaları veya paslı yerleri kazıyıp temizlemek için bir uçları kıvrık L şeklindeki çekiç gibi çelik aletler.
Raspa Etmek: Bir geminin paslanmış aksamının pasının çıkarılarak ve üzerinde pas bırakmamak üzere temizlenmesi
Remil (Reml): (Ar. reml “kum”) 1. Nokta ve çizgilere dayanarak gaybı keşfetme, gelecekten haber verme [Özellikle kum üzerinde yapılırdı]. Remil atmak (dökmek): Nokta ve çizgilere dayanarak fala bakmak.
Revnak: Parlaklık, göz alıcılık
Roda: Kullanılmamış, açılmamış halat sargıları.
Rüzgar Üstü: (İng. Weather Side, Wind ward, Windage) Rüzgarın estiği yön
Safra: Geminin denize elverişli bir durumda bulunması için zorunlu koşullardan biri olan su çekimi ve dengeyi sağlamak amacıyla gemiye alınan ve gerektiğinde yüksüz olarak da yolculuk edebilmesine olanak sağlayan su, kum veya taş gibi fazla ağırlıklar.
Saint Jean Hastanesi biraderleri: Hospitalier (Hastane) Şövalyeleri veya St. Jean Şövalyeleri olarak bilinen bu tarikat, 11. yüzyılda kurulmuş şövalye birliğidir. Önceleri bir hayır kuruluşu olarak bilinen bu oluşum, İtalyan tacirler tarafından Müslümanlardan alınan özel izinle Kudüs’e gelen yoksullara ve hasta hacı adaylarına yardım etmek için kurulmuştur. Katolik Kilisesi’ne bağlı olan bu yardım kuruluşu, günümüze kadar süregelmiş, tarihin bazı dönemlerinde bağımsız bir devlet olarak güçlü bir ordu ve donanmaya sahip olmuştur. Merkezi İtalya’nın Roma kentinde bulunan tarikat (Malta Tarikatı) Avrupa, İslam ve Osmanlı tarihine büyük izler bırakmıştır. Zamanla güçlenerek 1309’da Rodos Adası’nı ele geçiren ve burada donanma kuran tarikatın müritleri “Rodos Şövalyeleri” ismi ile anılmaya başlamıştır.
Saldırma: Yatağana benzer bir çeşit büyük bıçak.
Sakil: Güzel ve hoş olmayan, çirkin, kaba, yakışıksız
Salta: Volta edilmiş bir halata boş verilmesi için verilen komut.
Salta Etmek: Gergin bir vaziyette bulunan bir halatı biraz kaçırmak
Salvo: Yaylım ateşi
Salya: Kullanılacak veya kullanıldıktan sonra artan halatların güverte üzerine sıra sıra uzunlamasına yatırılması
Salya Etmek: Bir şeyi bir taraftan bir tarafa aşırarak çekmek. (Zincir veya halatı uzunluğu yönünde çekmek)
Sancak: Teknenin pruva-pupa hattının sağ yarısı, sağ tarafı.
Saraç: (Ar. serc “eyer” > serrāc’dan) At takımları, eyer ve koşum yapan veya satan kimse:
Savatlamak: Gümüş üstüne siyah nakış işlemek
Savlo: Sancak çekmek için kullanılan 1,5 burgatalık ince halat
Seğirdim: Bir cihazın veya topun herhangi bir kuvvet tesiri sonrasında eski haline alması sırasındaki hareketi, top atıldığı zaman kundağın geri tepmesi.
Selâse: Üç
Selviçe: Yelkenli bir gemi armasındaki hareketli halatlar.
Selâse: Üç
Selviçe: Yelkenli bir gemi armasındaki hareketli halatlar.
Seraylakçı: Aylakçıların başı
Serbaz: Yürekli, cesur
Serbaz: Yürekli, cesur
Serdümen: 1.Dümen kullanmakla görevli bilgili ve deneyimli tayfa. 2.Savaş gemilerinde çavuştan yüksek bir aşamada bulunan er.
Pata: Yelkenlerin yakalarına dikilen halatların, yelkenin köşelerinde kuruz kırılması ile meydana gelen halat anele.
Seren: Direkler üzerinde yelken açmak için ve işaret çekmek için yatay olarak bağlanmış gönder.
Serpuş: Başlık. Baş (ser) örten (puş) demektir.
Sintine: Gemi makine ve kazanlarının bulunduğu kısmın zeminin altında, genellikle ambar güvertesinin altında kalan ve gemi içinden sızan sularla makine ve kazan dairelerinden akan yağ yakıtların toplandığı en alt kısım.
Siya: (İtal. scia “geri çek”) Kayık, tekne vb. deniz araçlarını kürekleri tersine çekmek sûretiyle geriye doğru yüzdürme.
Suga (Suğa) Etmek: Vira edip sıkıştırmak. (Suga kastanyola, suga cıvata vb)
Şahî Top: Eski topların bir çeşidi.
Şalopa: 18 m. boyunda, iki direkli, armasız küçük sübye yelkenli, daha çok savaş amaçlı kullanılan ve 12 top taşıyabilen küçük bir gemi tipi.
Şamandıra: Kullanılış şekline göre değişik biçimlerde yapılmış ve su geçirmezliği temin edilerek yüzme kabiliyeti arttırılmış saç veya ağaçtan yapılmış sarnıçlar. Kullanıldıkları yerlere göre demir, sis, palamar, fener şamandırası gibi isimler alırlar.
Tâbir etmek: Görülen rüyâlardan anlam çıkarmak
Talâk: (Ar. ṭalāḳ) Nikâhlı eşini boşama, boşanma, nikâhın sona ermesi (Talâk-ı selâse: Bir kocanın karısını boşadığını üç defa söylemesiyle gerçekleşen kesin talâk)
Talim etmek: Hep aynı şeyi yemek zorunda olmak
Talimar: Baş bodoslamadan omurgaya kadar uzanan, civadra donanımına destek etmesi amacıyla konulan ekleme.
Tapa: Tıpa
Tavlon Güvertesi: Çok güverteli gemilerin üsten itibaren aşağıya doğru beşinci güvertesi.
Tayın: Yiyecek, erzak.
Teyakkuz: Uyanık olma, Uykudan kalkma, Göz açıklığı.
Teyakkuz: Uyanık olma, Uykudan kalkma, Göz açıklığı.
Teres: Uyanıklık yapanlara, zıt gidenlere söylenir.
Tıraka: Yükü saptırmak için selviçe.
Tıraka tutmak: Kaldırılan ya da indirilen bir yükü, sallanmasını, halatla birlikte dönmesini önlemek ya da istenilen duruma getirmek için bir kenarına bağlanan ince bir halatla kontrol altında tutmak.
Tiramola (Tramola): 1. Yelken seyrinde rüzgar üstüne çıkarak kontra değiştirmek, geminin rüzgâra göre dönmesi için yelkenlerin bâzısını gerip bâzısını gevşetme işi
Tiramola (Tramola): 1. Yelken seyrinde rüzgar üstüne çıkarak kontra değiştirmek, geminin rüzgâra göre dönmesi için yelkenlerin bâzısını gerip bâzısını gevşetme işi
Tomar: Topların haznelerine hartuç ve mermiyi sürüp yerleştirmekte kullanılan ucu takozlu bir gönder
Tonilate (Tonilato): Gemilerin alabileceği yükü belirtmekte kullanılan, bir tona eşit birim
Topaç: Kayık küreğinin çekilirken tutulan yeriyle boğazı arasındaki toparlakça bölüm
Trinket: Pruva direğinde en altta bulunan ana seren.
Salya Etmek: Bir şeyi bir taraftan bir tarafa aşırarak çekmek.
Trinketa Yelkeni : Trinket sereni üzerine çekilen yelken.
Tuğra: Mâdenî paraların resimli tarafı, tura.
Turusa (trosa): Giz veya seren yarımayını direğe bağlayan halat çemberi. Seren trosası, trosa çemberi.
Tuş olmak: Çatmak, uğramak, rast gelmek.
Uskuna: Pruva direği kabasorta armalı, grandi direği sübye armalı iki direkli yelkenli tekne.
Uskunca: Topun namlu içini temizlemek için birbirine viralı olarak geçen ve bir ucunda tel veya kıl fırçası bulunan gönder.
Usturlab: Gemicilerin, yıldızların dünyamıza göre yüksekliklerini ölçmekte kullandıkları alet.
Usturmaç: Birbirinin üzerine veya rıhtıma yanaşan teknelerin bordalarının göçmemesi veya boyalarının bozulmaması için araya koydukları ağaç, lastik, plastik veya halatlardan yapılmış olan, balon, silindir biçimindeki yastık
Urcûn: Kuru hurma dalı
Üstüpü: Katranlı halat eskilerinin didiklenmiş halı. Paspas, temizlik veya kalafat yapmakta kullanılır.
Varda: Dikkat
Vardiyan: Tersâne ve gemilerde muhâfızlık, esirlere gardiyanlık yapan görevli
Velena: Direkler arasında istrelyalar üzerine açılan üçgen yelken(ler).
Vira Etmek: Toplamak, almak: “Demiri vira edip açılmaya karar verdim.” -Z. Selimoğlu.
Viya: Gemiyi veya tekneyi istenilen rotaya döndükten sonra, istenilen yöne seyredilmesi için verilen komut
Volta : Bir halatın babaya veya biteye bir kez dolaştırmak
Volta Almak: Halatın veya demir zincirinin birbirine dolaşması
Volta Vurmak: 1. Bir aşağı bir yukarı dolaşmak
2. Geminin rüzgara karşı zig zag yapması
2. Geminin rüzgara karşı zig zag yapması
Yeke: Dümen başına takılıp dümenin istenilen tarafa basılması için kullanılan demir veya ağaçtan yapılmış kol.
Yalpa: Dalgaların bordadan alınması ile teknenin sancaktan iskeleye, iskeleden sancağa sallanması
Yemenî: Osmanlı döneminde avam ve asker sınıfının giydiği kırmızı, sarı; ya da siyah ince sahtiyandan (boyanmış cilalı deri) yapılan, burnu hafif sivri ince ayakkabı.
Yemleme barutu: Ana barut hakkını tutuşturmaya yarayan ilk ateşleme barutu
Yılankavi: XV. yüzyılın başlarında ortaya çıktığı düşünülen fitilli mekanizma. Bu tertibat, merkezî bir eksenle kabzaya raptedilmiş “S” şeklinde bir metal parçası olup silâhı ateşlemek için kullanılmaktaydı. “S” şeklindeki tertibatın üst kısmı yanan fitili tutuyor, alt kısmı tetik vazifesini görüyordu. Asker, yılankavi tertibatın alt kısmını çekince fitili, silâhı ateşleyecek olan fünye barutunun bulunduğu ateşleme tavasına indirmiş oluyordu.
Yisa: Birçok kişinin yaptığı işlerde gayret vermek için söylenen söz
Yonga: Rendelenen, yontulan veya kesilen bir şeyden çıkan parça, iri talaş. “Odun yongası.” “Demir yongası.”
Yüğrük: Hızlı
Zadegan: Soylular
Zangoç: Kiliselerde çamları çalmakla görevli kimse
Zemberek: Hayvan sırtında taşınabilen küçük top.
Zerduva: Kadife
Zifos: Direk şapkası ile kontra babafingo çubuğu arasındaki genellikle beyaza boyanan kısım
Zincifre: Eskiden deri hastalıklarında kullanılan doğal, kırmızı civa sülfürü.
EFRASİYAB'IN HİKAYELERİ
matrakuka: Erkeklik organı.
YEDİNCİ GÜN
Mors alfabesi ile gelen mesaj: BEN ENVER PASA ULAN KALKMIS YARRAK EVLADI ESSEKLERE SIKTIRECEGIM
1. Riyazus Salihin, 1427 Nolu Hadis:
“Allâhümmağfirlî mâ kaddemtü vemâ ahhartü, vemâ esrartü vemâ a‘lentü, vemâ esraftü, vemâ ente a‘lemü bihî minnî, ente’l-mukaddimü ve ente’l-muahhir, lâ ilâhe illâ ente”
Allahım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum, ölçüsüz bir şekilde işlediğim ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Senden başka ilâh yoktur.”
2. Mâide Suresi - 89. Ayet:
“Lâ yüahiz ükümüllahü billagvı fiy eymaniküm ve lâkin yüahizüküm bimâ akkad tümüleymân, fekeffaretühü it’âmü aşereti mesakiyne min evsatı mâ tut’imune ehliyküm ev kis- vetühüm ev tahriyrü rekâbeh, femen lemyecid fesiyâmü se- laseti eyyam, zâlike keffâretü eymâneküm izâ hâleftüm, vah- fezu eymâneküm, kezalike yübeyyinullâhü leküm âyâtihi le’alleküm teşkürun.”
Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden ötürü sorumlu tutmaz, fakat bilerek ettiğiniz yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefâreti, ailenize yedirdiğinizin ortalama seviyesinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek ya da bir köle âzat etmektir. Buna imkânı olmayan ise üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğinizde (bozarsanız) yeminlerinizin kefâreti işte budur. Yeminlerinize bağlı kalın. Allah âyetlerini sizin için bu şekilde açıklıyor ki şükredesiniz.
3. Mâide Suresi - 90. Ayet: “Yâ eyyuhelleziyne âmenû innemelhamrü velmeysirü vel ensabü vel’ezlamü ricsun min amelişşeytani fectenibuhü le’alleküm tüflihûn.”
Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerdir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.
Âb-ı ru dökmek: Yüz suyu dökmek; şerefinden fedâkârlık edecek derecede yalvarmak, minnet etmek
Abullabut: (< abulobut < abul abut < halk ağzı. abur “obur” ve abut “iş bilmez kimse”) Hantal, kaba saba.
Agrandisör: (Fr. agrandisseur) Fotoğrafcılıkta resimleri negatifinden büyütmeye yarayan âlet.
Ahvâl-ü şerâit: Durum ve şartlar, içinde bulunulan durum ve o andaki koşullar
Akoz etmek: Gizlice söylemek
Âliülâlâ (Aliyülâlâ): 1. En yüksek, en üstün 2. Mükemmel, fevkalâde
Als ikh kan! (Almanca) Alles ich kann! All I can! Elimden gelenin en iyisi. (“Âlî İhsan”a olan benzerliği rastlantı olmayabilir.
Arşibal Noks: Archibald Knox
Audi, Vide, Tace: (Latince) Dinle, izle, sus. Mason cemiyetlerinin motto olarak kullandığı söz.
Ayaltı: Aristoteles'e göre Ay'ın alt yanında yer alan üreyen ve çürüyen varlıklar dünyası
Aynî: Para ile değil, mal ile ilgili
Azimüşşan: Şânı büyük. Namı çok yüce.
Babilof: Yellenmek, osurmak
Becik (beçik): Keçi yavrusu, oğlak
Bek: Hava gazı lambasının ucu.
Berjer: (Fr. bergère < berger “çoban”) Arkalığı vücûdu kavrayacak şekilde kabarık ve dolgun, oturacak yeri derin ve geniş, kol koyacak yerleri ve bâzan iki yanında yanak dayayacak çıkıntıları bulunan rahat bir koltuk biçimi.
Büyük Karton: Magna Carta
Cemahîr-i Müttehide: (Amerika) Birleşik Devletleri
Cümle kapısı: Bir yapının ana kapısı
Çapariz (çaparız): 1. İçinden kolay çıkılamayacak biçimde karışık ve güç iş 2. Engel
Çarkına etmek: Birine büyük kötülük yapmak veya işini bozarak zarar vermek.
Çatı aktarmak: Çatının kırık kiremitlerini sağlamlarıyla değiştirmek.
Dârâ: Büyük Darius
Desikatör: (Fr. dessiccateur) Fırın, ocak vb. yerlerde kurutulmuş şeylerin kuru kalmalarını veya daha da kurumalarını sağlamak maksadıyle kondukları, içlerine nem çekici madde yerleştirilmiş ve genellikle camdan yapılmış kapaklı kap, bir nevi kurutma kabı.
Elektrikîye-i sâkine: Durgun /statik elektrik
Elektrikîye-i sâkine: Durgun /statik elektrik
Filit (flit): (İng. flit) [Sinek ilâcı markasından] Sinek, sivrisinek, tahtakurusu, hamam böceği vb. haşerâtı öldürmek için sıkılan ilâç.
Fiyango (fiyonga): Fiyonk
Floşruvayali: “Royal flush”
Forma: Basılı kitapların bir tabaka kâğıt üzerine basılan on altı sayfalık parçası
Fuaye: Sinema, tiyatro ve toplantılarda temsil veya toplantı arasında çıkılan dinlenme yeri
Gatovi! Ready!
Graal: Holy Grail
Granata! El bombası!
Gümrük resmi: İthal edilecek mallardan gümrük giriş tarifesi cetvellerine göre alınan vergi
Halâ: Bir cisim tarafından işgal edilebileceği kabul edilen boşluk.
Harümüntakili: Isıyı ileten
Hüve’l fanî: “O ölümlüdür”
İctimâiyyât: Sosyoloji, toplumbilim.
İdâre-i maslahat: Bir işi mümkün mertebe iyi-kötü yürütmek.
İdâre-i maslahat etmek: İşleri öyle veya böyle idare etmek.
İhtirâ berâtı: Bilinen araç, gereçlerle ve yaratıcı güçle yeni bir şey bulana, bulduğu şeyden bir süre yalnız kendisinin yararlanması için devletçe verilen belge, patent.
İhtiyât: Savaş sırasında her an savaşa girebilecek şekilde hazır bulundurulan askerî birlik
İstibdat: (Ar. bedd “menetmek, uzaklaştırmak”tan istibdād) Tek bir yöneticinin, kendine tâbi olanları mutlak hâkim olarak ve keyfine göre hükmederek idâre etmesi usûlü, keyfe, zora ve baskıya dayanan idâre şekli, diktatörlük, despotluk, despotizm.
İşkampavya: Harp gemilerinde personel taşımakta kullanılan motorlu büyük filika.
İştirâkîyûn: Komünistler
Jaketatay: Erkeklerin resmi davet ve ziyafetlerde giydikleri, arkası uzun ve yırtmaçlı ceket
Kâm almak: Umduğuna ve istediğine erişmek
Kamış koymak (atmak): Birine oyun etmek, arabozanlık etmek.
Kârhâne: Kerhane
Karn: Boynuz
Kavzamak: Kavramak, sıkıca tutmak, yakalamak
Kesenek: Devlet ve kamu hizmetinde çalışanların aylıklarından kesilen para: “Emeklilik keseneği.”
Kıl atmak: Ortalığı karıştıracak söz söylemek ya da davranışta bulunmak
Kılbaz: Yalaka, dalkavuk, yağcı.
Kip cihazı: Katı reaktifin ortada, sıvı reaktifin en alt bölümünde olduğu, gazları oluşturmaya yarayan (genellikle hidrojen sülfür) üç bölmeli cihaz.
Kirâm dehânet: My dick in your mouth
Kitakse etmek: Bakmak
Korvet: Konvoylara refâkat için kullanılan, denizaltılara karşı özel olarak silâhlandırılmış 1000 tonluk savaş gemisi.
Kredo ki absurdum: (Latince, “Credo quia absurdum”) İmkansız olduğu için inanıyorum
Kto ti? Sen kimsin?
La Jakond: Mona Lisa
Linotip: (İng. linotype < line of type “hurûfat satırı”) Harfleri dizen ve satırları tek parça hâlinde döken dizgi makinesi.
Maçuna: İki tânesi aralarında darca bir açı yapacak, üçüncüsü bunlara destek olacak şekilde eğik yerleştirilerek birbirine bağlanmış, sabit, döner yâhut hareketli olabilen, kaldırma, indirme, yükleme ve boşaltma düzeneği, bir çeşit vinç, üç ayak
Mahmuz: Eskiden bilhassa savaş gemilerinin önünde suyun altından ileriye doğru uzanan ve düşman gemilerini delip batırmada bir silâh gibi kullanılan, ahşap veya mâdenî başlıklı omurga uzantısı.
Mahreç: Dışarı çıkılacak, huruç edilecek yer, delik veya kapı.
Mandepsi: (Yun. mantepse) Oyun, tuzak, dalavere
Maniple: (Fr. manipuler “ayarlamak”tan manipulé) Telgrafçıların bir elektrik devresini açıp kapayarak mors işâretleri alıp vermek sûretiyle haberleşmede kullandıkları âlet, manipülatör.
Manşon: Kadınların soğuktan korunmak için ellerini, açık olan iki başından karşılıklı olarak içine soktukları silindir şeklinde dikilmiş ve astarlanmış kürk.
Markiz: Genellikle saray, otel, tiyatro vb. binâların kapıları üzerinde bulunan süslü sundurma, saçak.
Mastori: Gedikli meyhanelerde tezgâh başında duran kişiye verilen Rumca kökenli ad. Mastori, günümüzün barmeni gibiydi. Bir yandan tezgâhta demlenen müşterilere bakar, diğer yandan masalarından içki siparişi getiren muğbeçe adlı sâkilerin ihtiyaçlarını karşılardı.
Mefkurevi: İdeal
Mekab: Küpler (Mikâp: Küp)
Meksefe (miksefe): İçinde statik elektrik enerjisi depo edilen âlet, kondansatör, mükessife.
Menâm: (Ar. nevm “uyumak”tan menām) 1. Uyku, hâb 2. Rüyâ, düş
Menâzır: Perspektif
Minya zavut … Benim adım …
Muhassıl: Meydana getiren, ortaya çıkaran, üreten, hâsıl eden.
Muhavvile: XX. yüzyıl başlarında transformatör karşılığı olarak kullanılmıştır.
Muşir (müşir): 1. Bildiren, haber veren 2. (fizik) Gösterge
Mükessife: XX. yüzyılda kondansatör karşılığı olarak teklif edilmiştir, meksefe, miksefe.
Münhelik: Self-consumer (Müstehlik: Consumer)
Müntakil: (Ar. intikāl “göçmek, taşınmak”tan muntekil) Bir yerden başka bir yere göçen, nakleden
Müsâvât: Aynı seviyede olma, eşitlik, denklik:
Mütedeyyin: (Ar. tedeyyun “dînine bağlı olmak”tan mutedeyyin) 1. Dînine bağlı (kimse), dindar
Mütehavvil: Çabuk değişen, bir durumda kalmayan
Müvellidülmâ: (Ar. muvellid “oluşturan”, harf-i târif el- ve mā’ “su” ile müvellidü’l-mā’) Hidrojen.
Nişadır (nışadır): Amonyak tuzu, amonyum klorür
Non est dolor sicut dolor meus: (Latince) Benimkine benzer bir acı yok
Nüfûz ticareti: Bir kimsenin bulunduğu makamın gücüne dayanarak bazı işlere karışıp kendine çıkar sağlaması
Odavakar: Flavius Odoacer/Odovacer/Odovacar
Okutmak: (argo) Satarak elinden çıkarmak.
Olemp: Olimpos
Palas pandıras: 1. Hemen, birdenbire, habersiz, hazırlıksız, çarçabuk 2. Hazırlanıp toparlanmaya vakit bulamadan.
Pastra: Bir tür iskambil oyunu, pişti
Pilaçka: (Arnavutça) Muharebede ve yağmada alınan eşya, çapul
Poçemu vı postmotrite ra mayi grudi: (Rusça) Neden göğüslerime baktınız
Reosta: (Fr. rhéostat < Yun.) Bir elektrik devresindeki akım şiddetini ayarlamaya yarayan düzenek.
Riyâziyât: Matematik ilmi
Rule (taksi): Bir hava taşıtının kendi gücünü (motor vs.) kullanarak yerdeki yolculuğu.
Sakal atmak: (Argo) 1. Siftah parası vermek 2. Bahşiş ya da rüşvet vermek
Sapanorya: Çirkin, biçimsiz
Sasi huy! zalupa! Sikimi em! Sik kafası!
Sella turcica: (Latince «Türk eyeri») İnsanların yanı sıra şempanze, orangutan ve gorillerin dahil olduğu insangiller familyasının (Hominidae) kafataslarındaki sfenoit kemikte bulunan eyer şeklindeki çukur.
Seyr-i fil menâm: Uykudaki veya rüyadaki seyr
Somnambül: (Fr. somnambule < Lat.) Uyur gezer
Stativ: Üçayak
Stelyat! Fire!
Su içinde: (Bir mal için fiyat olarak) en azından, kolaylıkla, en aşağı.
Şakül (şakûl): (Ar. şāḳūl) Sarkıtıldığı zaman yer çekimi doğrultusunu gösteren, ucuna ağırlık bağlanmış ip, çekül.
Taaffün (Teaffün): Çürüme sonucu kokma, bozulma.
Tâbnâk: Parlak, parıltılı
Taşizm: Resim sanatında düzensiz biçimli renk lekeleri ve damlalarının kullanılmasını temel alan sanat biçimi. Terim, Fransızca "tache" (leke) sözcüğünden türetilmiştir. Bu anlayış önceden bir resmetme eylemini yadsıyarak, sanatsal yaratmada rastlantısalcılığın ön plana alınmasını öngörmektedir. Amerika'da ortaya çıkan soyut dışavurumculuk akımının Avrupa sanatındaki eşleniği olarak değerlendirilebilir.
Tegannî (tagannî): Nağme ile söyleme, şarkı söyleme
Temdi (temdîn): Medenîleştirme
Tesviye ruhu: İçinde hava kabarcığı bırakılmış su dolu bir cam silindir ve bir tahta yataktan oluşan, düzlem ya da doğruların yataylığını saptayan aygıt, kabarcıklı düzeç
Toparlak: Top cephânesi taşıyan araba
Uhuvvet: Kardeşlik, dostluk, bağlılık
Uzeym: Kemikcik
Vâveylâ: Çığlık, feryat, yaygara
Vaş otyets? Sizin babanız?
Volga Ruskaya reka! Volga Rus nehri!
Volga Volga ma dradnaya! Volga Volga, annem!
Vsota dva! Astavit tri! Up by two! Halt at three!
Yürek Selânik: Korkak
Zagruzka! Pastoraniye devyitsot! (Rusça) “Loading! Configuation 900!”
Zatülhareke: Otomatik
Zulkarneyn (Zülkarneyn): Kur'an-ı Kerim’in Kehf Suresi'nde adı geçen, peygamber olup olmadığı tartışılan şahıs. Zülkarneyn kelimesi Arapça’da “Zü”, yani tanımlık “(e)l” ve karneyn kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Zü, sahip ve mâlik demektir. Karn ise boynuz, perçem, tepe, zaman ve güneş anlamlarına gelir. Karneyn, karn'ın tesniyesi yani iki tanesi demektir. Buna göre Zülkarneyn kelimesi iki boynuz sahibi şeklinde tercüme edilir. Zulkarneyn’in, çift boynuz sahibi olması nedeniyle, çift boynuzlu miğfer takan Büyük İskender veya birinci Pers imparatorluğu Ahameniş İmparatorluğu'nun kurucusu II. Kiros olduğu düşünülür.
Yedinci Gün Romanında Dikkat Çeken Yazım Hataları: http://tdk.gov.tr/wp-content/uploads/2012/11/06.pdf
Keywords: anlamı, nedir, ne demek





















